Dişçide düğün havası

Hastaneleri hiç sevmem hiç. Çocukluğumda o kadar çok hastane anım oldu ki yatılı, aramızdaki ilişki daha o yaşlarda bıkkınlığa ulaştı. Yine de evde "Anne, çoktandır doktora gitmiyoruz. Yarın gidelim mi?" deyişim kulaklarda çınlamaktadır. Artık çocukluğumdaki gibi değilim. Hele ki sabahın köründe kalkıp gitmesi yok tahlil için beklemesi, balık istifi o kalabalık, hastane rengi -öyle bi renk gerçekten var-, kokusu, her şeyi gözümde korku filmini andırıyor. Ve dişçiler! Dişçi korkum yoktur aslında ama hayatımda sayılı gitmişliğim vardır yine de. O kadar sayılıdır ki hatta en son ne zaman gittim hatırlamıyorum bile, neden bilmem. Neyse, gel gelelim kaç hafta önceden aldığım randevu ile bugün diş hastanesine gitmem gerekti. Benim yirmilikler çıkmıyor yaa diye söylenirken zavallıcıklar çıkmış çıkmış en sonunda sıkışıp kalmış da benim haberim yokmuş. Dişimdeki leke için gidince acı gerçeklerle yüzleştim. Bir değil, iki değil tam dördü de bana acı vermeden sessiz sessiz halletmeye çalışmışlar işlerini, kıyamam. Ama olmamış. Neyse işte ben bugün sıramı beklerken acayip komik şeyler oldu hastanede. Numaraların yanıp hastaların çağrıldığı ekranlar bozulmuş. İçeriden mikrofonla sesleniyor her poliklinik. Ne güzel çözüm, avaz avaz bağırma yok duydum duymadım telaşı yok. İlla ki duyulacak. Ama mikrofonlar hangi piyanist şantörden alındıysa isimler anons edildiğinde aynen şu duyuluyordu; "Hatice-ce-ce Aydın-dın-dın-nn", "Mustafa-aa Caydın-dın-dınn-dınn". Hani bekliyorum ki şimdi içerideki hemşire "Oturmaya mı geldik efenim haydi bakalıııımmm-ımm-ım-ım" diyecek sonra orta yerde en bilindik düğün şarkıları ile bekleme salonunda coşuverecek herkes.İnsanlarsa o kadar mutsuzluğa odaklanmış, çevresinde olan bitene kapamış ki kendini kimseler bu komediyi fark edip tebessüm etmedi bile. Bense her anonsta kahkahkah tutamadım kendimi valla. Hatta bi ara iyice cozuttum annemi de dahil ettim ve tüm ortamı "O Ses Türkiye Ön Eleme"ymişcesine görüp ismi çağrılan herkese sıradaki aday muamelesi yaparak daha bir eğlendik. Sıra bana geldiğindeyse tabii ki daha daha güldük.
Bir ara da Alsancak'a giden bazı otobüslerin anonslarında vardı buna benzer bir olay. Ne zaman Eşrefpaşa' dan geçsek "Eşrafpaşa"yı öyle bir söylüyordu ki sanarsınız Saw filmindeki o tuhaf yaratık anons yapan kadını ele geçirmiş de o söylüyor. Bildiğin o ses yani hiç abartısız. Ve yine ben kahkahalardayken insanlar gayet bıkkın, hiç bir şeyi duymamış, duysa da fark etmemiş, fark etse de gülmemiş suratları ile aynı yolu bilmem kaçıncı izleyişlerini sürdürmekteydi.
Hani bazen bir dolu robotla aynı otobüste, aynı bekleme odasında gibi hissediyorum. Gülme ve şaşırma yetileri ellerinden alınmış. Gerçi bazen ben de onlardan oluyorum. Şehir mi yoruyor bizi ondan mı yoksa sadece insanlardan mı hala çözebilmiş değilim bu algı kapatışlarının sebebini.
Dişçiye dönecek olursak, çene röntgeni çekildim hayatımda ilk kez. Kadın makineyi boyuma göre ayarladı filan gayet güzel. Bir tane demir vardı o düzeneğin ortasında işte orayı ısırıp, pişmiş kelle pozisyonunda öyle beklemem gerekiyormuş film çekilirken. Buraya kadar da tamam. Kadın gösterdi onu, ısır şimdi dedi. Artık nasıl bir paniğe kapıldıysam kadının parmağını hart diye kapıvermişim. Hiç haberim de yok, o da yavrum nasıl iyi niyetli bir insansa hiç bir şey söylemiyor makineyi tık tık tık ayarladı sonra demesin mi "Şey ben parmağımı da alayım ısırdınız" diye. Haydiii beni yine bir gülme ama hala da o demiri ısırıyorum. Tam bir görev adamıyım röntgen için en uygun pozları veriyor, aferini bekliyor ama bir yandan da gülerek "Afedersiniz yaa kıhkıhkıh". Neyse kadını da güldürdüm sonuç olarak. Koca hastanede bugün bir o bir ben olaylarla eğlenebilmeyi becerebildik. Kendi kendimize neşelendik. Ama sanırım en çok ben :)

Bilmeyen veya hatırlamak isteyenler için. Lütfen dinlerken "Eşrefpaşa"yı duyuyoruz hep birlikte :)

Sevgiler,
İlham Kedisi-si-si-si

Yorumlar

Popüler Yayınlar