(10) (11) Güçlü ve güçsüz ben
Nasıl da yakaladım hızınızı ama hahayt! Bugün tarihe geçsin. Ard arda bu kadar çok yazdığım görülmüş duyulmuş şey değildir. Ey challenge sen nelere kadirmişsin...
Dokuzuncu ve onuncu gün soruları biraz güçlü biraz da zayıf yönlerinizden bahsedin diyerekten adeta bir mülakat tadında soruyor. Gelmiş geçmiş en vazgeçilmez, en modası geçmez mülakat sorularıdır bunlar dikkate alın.
Güçlü yönler, hmm... Aklıma ilk gelen şey süpersonik bir şekilde unutkan olmam. Evet çok güçlü bir alığımdır. Geçmişte yaşadığım olaylara karşı kontrolsüz bir zihin temizliği yaparım. Kontrolsüz dedim çünkü bu iş artık benim istediğim dışında gerçekleşiyor. Hele ki kötü olaylar, kötü insanlar geçmişse o zamanlardan süpersonik yeteneğim devreye giriyor ve bu olayları diğer pek çok insana kıyasla çok daha kolay unutmamı sağlıyor. Annem bunu Koç burcu ve dolayısıyla umursamaz olmamla ilişkilendirse de ben öyle görmüyorum. Bu tamamen benim kişisel savunma mekanizmam. Hatırlayıp kahrolmaktansa hayatımdan çıkarmayı tercih ediyorum. Ve bu öyle Ay'ın yıldızların hareketlerinden falan ortaya çıkmadı, bunu bana insanlar öğretti. Bazen başıma dert olmuyor değil bu huy. Gel geçmiş anılardan bahsedelim dendiğinde bende yer yer kal gelmeler, donmalar daha fazla oluyor. Çok sık formatlanan bilgisayarlar gibiyim sanırım. En sıkıntılı olanı da özellikle bir kötü anıyı ben çoktan unutup gitmişken insanların bana hatırlatması, bunun için epey uğraşıp bir de benden savunma beklemesi. Unuttum diyorum işte, bu hala neyin üstelemesi? Hatırlayıp kin tutsam daha mı işinize gelecek acaba, sorarım?
Bu unutma mevzuu ile alakalı olarak kendime verdiğim bir de söz var. Arada hala defterime yazarım. Benim defterim öyle günlük tarzında değil de his defteridir daha çok. Kendimle çok konuşasım geldiğinde alırım elime kendisini ve yazar rahatlarım. Öyle her zaman her şey blogda paylaşılmıyor ki. Ama asla kötü bir olaydan bahsetmem. Kötü hislerimi yazmam. Söz uçar yazı kalırmış ya, kalmasın kötü yazılar. Yazarsam unutamam. Bu da bu işin sırrı işte...
Gelelim diğer güçlü yönüme, o da yeni girdiğim ortamlarda hiç yabancılık çekmeyişim. Valla seviyorum bu huyumu da. Bir insanla anlaşamamam için o kişinin benimle anlaşmamak için uğraşması lazım. Bana uyuz gitmesi lazım yani lafıyla, hareketleriyle. Aksi takdirde ben hiç olumsuz girmem konuya ve hemen sohbete başlamaya hazırımdır. Adını bilmeme de gerek yoktur kişilerin. Hayat hikayelerini de incik cincik etmem, hiç de sevmem öyle. Ama bir şekilde ısınırım bulunduğum ortama çabucak. Bu huyum sayesinde işime devam edebiliyorum zaten. Tanımadığım insanlarla iletişim kurma konusunda 2 saniyeden fazla problem yaşayan bir insan olsaydım, her gün başka insanlarla ekip olup uçamazdım. Her gün yüzlerce yolcunun dertleriyle neşeleriyle ortak dilden konuşamazdım. 10 günde istifayı basardım bu kesin.
Biraz da zayıf yönlerimi alalım bu tarafa. Duygusallık beni öldürecek! Duygusallık ve en yakın arkadaşı sulugözlülük! Ben acıklı bir filme de ağlarım reklama da. Koy arkasına bi de acıların müziğini, git şimdi antidepresanlara boğ beni. Yıllardır uğraşıyorum şu meretten kurtulamadım. Son yılarda biraz törpülenir gibi oldu. En azından insan içinde ağlarken bir durup düşünüyorum. Bir kaç dakika derin derin nefesler eşliğinde erteleyebiliyorum o akacak damlaları. Sinir oluyorum gerçekten bu huyuma. Ne olur ağır abla rollerinde takılabilsem de, her şey bitip perdeler kapandığında oturup ağlasam. Ama yoook illa insan içinde illa!
Hani konu sadece duygusal filmler bilmem neler olsa idare edelim de. Üstüme çok gelindiğinde ve işin içinden çıkamadığımda, kendime yedirememe durumları olduğunda, cevap vermek isteyip bir şekilde kelimeler boğazımda kaldığında da hemmen gözler kızarıyor ve hazırda bekleyen damlalar gözlerimi buğulandırıveriyor. Alıcam çıkarıcam o anda iki gözümü de, karşımdakinin eline tutuşturuvericem. Al dicem al kırdın!
Bir ara da kızarma huyum vardı. Hele ki toplum içinde konuşurken yanlış birşey söylediğimde veya yanlış davrandığımda. Amman yarebbi doğal allık her yanımı sarar bir anda afakanlar basardı. Beynime kadar zonk zonk zonk diye kalp atışım ritim değiştirir, yanaklarım kan kırmızı olurdu. Bir de güzel demesinler mi , ay kızardın resmen!! İyi dedin bak onu, şimdi de morardım gördün mü? Üniversitenin ilk yıllarında çok net vardı bu durum bende. Sunum yapacağım günlerde sırf bu sebeple fondoteni bi ton açık renk sürdüğümü ve hiç allık kullanmadığımı ilk kez burada açıklıyorum! Zaten sunumun ilk 5 dakikası kıpkırmızı olucam bari renk dengelensin.
Şimdi hiç kalmadı diyebilirim. Sonuçta en az 150 yolcunun karşısında gün geliyor kabinin orta yerinde duruyor ve kemerlerin nasıl bağlandığını, efenime söyleyeyim kaç tane çıkış kapısı olduğunu falan el kol hareketleri ile mini şov tadında gösteriyoruz. Gün geliyor ''Kemerleriniz gösterilen şekilde bağlanır'' derken senkron bir şekilde bağlıyor ''ve açılır'' dendiğinde açamadığımız zamanlar oluyor. Gayet rahat o kemeri açılmamış bir şekilde, yolcuya çaktırmadan yerine koymasını da biliriz. Ne kızarıcam, hayret bişey!
Sevgiler,
İlham Kedisi
Dokuzuncu ve onuncu gün soruları biraz güçlü biraz da zayıf yönlerinizden bahsedin diyerekten adeta bir mülakat tadında soruyor. Gelmiş geçmiş en vazgeçilmez, en modası geçmez mülakat sorularıdır bunlar dikkate alın.
Bu unutma mevzuu ile alakalı olarak kendime verdiğim bir de söz var. Arada hala defterime yazarım. Benim defterim öyle günlük tarzında değil de his defteridir daha çok. Kendimle çok konuşasım geldiğinde alırım elime kendisini ve yazar rahatlarım. Öyle her zaman her şey blogda paylaşılmıyor ki. Ama asla kötü bir olaydan bahsetmem. Kötü hislerimi yazmam. Söz uçar yazı kalırmış ya, kalmasın kötü yazılar. Yazarsam unutamam. Bu da bu işin sırrı işte...
Gelelim diğer güçlü yönüme, o da yeni girdiğim ortamlarda hiç yabancılık çekmeyişim. Valla seviyorum bu huyumu da. Bir insanla anlaşamamam için o kişinin benimle anlaşmamak için uğraşması lazım. Bana uyuz gitmesi lazım yani lafıyla, hareketleriyle. Aksi takdirde ben hiç olumsuz girmem konuya ve hemen sohbete başlamaya hazırımdır. Adını bilmeme de gerek yoktur kişilerin. Hayat hikayelerini de incik cincik etmem, hiç de sevmem öyle. Ama bir şekilde ısınırım bulunduğum ortama çabucak. Bu huyum sayesinde işime devam edebiliyorum zaten. Tanımadığım insanlarla iletişim kurma konusunda 2 saniyeden fazla problem yaşayan bir insan olsaydım, her gün başka insanlarla ekip olup uçamazdım. Her gün yüzlerce yolcunun dertleriyle neşeleriyle ortak dilden konuşamazdım. 10 günde istifayı basardım bu kesin.
Biraz da zayıf yönlerimi alalım bu tarafa. Duygusallık beni öldürecek! Duygusallık ve en yakın arkadaşı sulugözlülük! Ben acıklı bir filme de ağlarım reklama da. Koy arkasına bi de acıların müziğini, git şimdi antidepresanlara boğ beni. Yıllardır uğraşıyorum şu meretten kurtulamadım. Son yılarda biraz törpülenir gibi oldu. En azından insan içinde ağlarken bir durup düşünüyorum. Bir kaç dakika derin derin nefesler eşliğinde erteleyebiliyorum o akacak damlaları. Sinir oluyorum gerçekten bu huyuma. Ne olur ağır abla rollerinde takılabilsem de, her şey bitip perdeler kapandığında oturup ağlasam. Ama yoook illa insan içinde illa!
Hani konu sadece duygusal filmler bilmem neler olsa idare edelim de. Üstüme çok gelindiğinde ve işin içinden çıkamadığımda, kendime yedirememe durumları olduğunda, cevap vermek isteyip bir şekilde kelimeler boğazımda kaldığında da hemmen gözler kızarıyor ve hazırda bekleyen damlalar gözlerimi buğulandırıveriyor. Alıcam çıkarıcam o anda iki gözümü de, karşımdakinin eline tutuşturuvericem. Al dicem al kırdın!
Bir ara da kızarma huyum vardı. Hele ki toplum içinde konuşurken yanlış birşey söylediğimde veya yanlış davrandığımda. Amman yarebbi doğal allık her yanımı sarar bir anda afakanlar basardı. Beynime kadar zonk zonk zonk diye kalp atışım ritim değiştirir, yanaklarım kan kırmızı olurdu. Bir de güzel demesinler mi , ay kızardın resmen!! İyi dedin bak onu, şimdi de morardım gördün mü? Üniversitenin ilk yıllarında çok net vardı bu durum bende. Sunum yapacağım günlerde sırf bu sebeple fondoteni bi ton açık renk sürdüğümü ve hiç allık kullanmadığımı ilk kez burada açıklıyorum! Zaten sunumun ilk 5 dakikası kıpkırmızı olucam bari renk dengelensin.
Şimdi hiç kalmadı diyebilirim. Sonuçta en az 150 yolcunun karşısında gün geliyor kabinin orta yerinde duruyor ve kemerlerin nasıl bağlandığını, efenime söyleyeyim kaç tane çıkış kapısı olduğunu falan el kol hareketleri ile mini şov tadında gösteriyoruz. Gün geliyor ''Kemerleriniz gösterilen şekilde bağlanır'' derken senkron bir şekilde bağlıyor ''ve açılır'' dendiğinde açamadığımız zamanlar oluyor. Gayet rahat o kemeri açılmamış bir şekilde, yolcuya çaktırmadan yerine koymasını da biliriz. Ne kızarıcam, hayret bişey!
Sevgiler,
İlham Kedisi
görsel uçmuşşş hostes hanım kızım :))
YanıtlaSilTüh bak bu üzücü haber pek de güzel bi görseldi 😞 :(
Sil"Al dicem al kırdın" :))
YanıtlaSilVeriyoruz yere atıp bi de üstüne basıyor pezevenkler! :)) ay dramımızla eğlendim...
Bir de ''kırdın god damn it kırdın'' vardı o daha fenası! Hahayt eğlenicez tabi dramımızla da eğlenip gülemiceksek yaşamayalım peh!
Sil