Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir Saat Önce

Bi ara instagram hikayeleri adı altında bir seri yazıyordum blogda. Paylaştığım fotoğrafların veya fotoğrafın çekildiği günün biraz detayını yazıp hikayeleştiriyordum. Sonra, kendi kendime başlattığım bu akımı unuttum. Aslında keyif de veriyordu sıradan bi gün hakkında yazmak. Fotoğraf günlüğü tadındaydı ve benim için bazı günlerin özeti, hatırasıydı hatta o yazılar. Az önce de yaşadığım bi anın fotoğrafını çektim. Elimde Sevim Gözay'ın ''Sinemaskop Randevular'' kitabı. Hemen masada bana bakan bir kavanoz deniz kabuğu ve kurutulmuş çiçek hatıralarından bir tutamı da fotoğrafa iliştirdim. Çünkü önce o kavanoza baktım. Deniz kabuklarının olduğu sahili düşündüm. Sonra çiçeklerin beni karşıladığı günü. Bir bardakta inatla kurumayıp, her gelişimde beni karşılamalarını. Şimdi yine bir kavanozda bana bakarken, o her bir günü düşündürdükleri için elime bu kitabı aldım. Çünkü kitap da bana o günlerden bir günde hediye edilmişti ve o da bir hatıraydı. Tam da kitabın ...

Kedili Medili Bir Yazı

Herkese kocaman bir merhaba! Size Valencia'da bol güneşli, çılgın sıcaklı bir günde yazıyorum. Yazmak için illa ki bir yerlere mi gitmelisin Arzu, diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Evet, gitmeliyim. Artık memlekette yazamaz oldum. Durduğum, kaldığım yerlerde kendime zamanı yettirememe gibi bir problemim oluştu son zamanlarda. Elle tutulur hiç bir şey yapmıyor olmama rağmen zamanım yetmiyor. Çünkü boş zamanlarımın yüzde 80'ini (rakamı olabildiğince masumlaştırarak yazdım) uyumaya harcıyorum. Çünkü gelmiş geçmiş en yorgun, en bitkin zamanlarımı yaşıyorum. 12 saat uyuduğum günün sabahında bile dinlenmiş hissetmiyorum. Gün boyu tek düşündüğüm şey, gece uyuyacağım (daha doğrusu uyuyamayacağım) uyku oluyor. Kaç saat uyuyacağımı hesaplayıp üzüldüğüm koskaca bir iki hafta geçirdim. Ve sanırım bu iki haftalık süre, bu zamana kadar biriktirmiş olduğum yorgunluklarımın üzerine eklenince sonuç bu oldu. Uykulu gözlerle yaşayan, dokunsan ağlayacak, sonra da bir güzel uyuyacak olan bir Arzu… ...

Apartman Sohbetleri #Son

Artık meydan okumamı bitirsem iyi olacak galiba, ne dersiniz? Çok süründürmüşüm, çok uzatmışım gibi görünse de aslında tam da istediğim gibi oldu bu meydan okuma. Her gün yazılsın, şöyle yazılsın, böyle çizilsin diye kurallar koymadım hiç. Hatta istemediklerinizi cevaplamayın bile dedim, hatırlarsanız. Bu tamamlamak zorunda olduğumuz bir görev değildi çünkü. Bu bir ''Apartman Sohbeti'' idi. Ve tıpkı her apartmanın, her dairesinin misafir ettiği, tanık olduğu o uzun sohbetler gibiydi. Saatlerce süren kahvaltı sohbeti de olabilirdi bizimkisi, bir türlü bitmeyen kapı önü sohbeti de. Ama sanki, ''yahu saat geç oldu hayatta bırakmam, bu gece kalın bizde''li bir sohbetti bu meydan okuma. O yüzden herkes, canı ne zaman isterse katıldı ve canının istediği gibi bitirdi. O yüzden herkes tüm samimiyetiyle, pijamasıyla, kahvesiyle ve hatta ocaktaki yemeği ile çıkıp gelebildi. Sonuç olarak herkes çok sevdi. Ve ben de İlker Gümüşoluk'un YouTube'daki sohbetler...

Montreal'e Uçtum!

Blogda yazı yazma zincirini kıralı bir ayı geçmiş bile. Son bir ay içinde neler neler oldu bitti şimdi yazmaya kalksam ne kadar sürer acaba? Nisan ayı hayatımın en güzel bir ayıydı. Bana getirdiği bir sürü güzel anı, yeni bir yaş ve yeni başlangıçlar ile asla unutamayacağım kadar güzeldi. Yılın ilk yarısı bitmek üzereyken hala bana yenilik getiren şeyler oluyor etrafımda. İyi veya kötü diyemem bazıları için. Bana düşen tüm bunlara ayak uydurmak sadece. Daha detaylı yazıcam bu paragrafı, merak etmeyin. Blogda günlük tadında yazmak ve hayatımda olup bitenlerden bahsetmek de özlediklerim arasında. Ama önce sizi uçurmak istediğim bir yer var. Yaklaşık 10 saat uçsak, sonra 7 saatlik bir saat farkına girip Jetlag olsak ve tüm bunları Kuzey Amerika'da bulunan Avrupai bir şehirde doyasıya gezerek sonlandırsak nasıl olur? Öyleyse Montreal'e hoşgeldiniz. Burası Kanada'nın Paris'i! Kanada'da resmi dilin ingilizce olmasına rağmen, Montreal dünyada Paris'ten sonra frans...

İstanbul'da Turist Olmak

Hafta başında erkek kardeşim geldi İstanbul'a. Dün itibariyle biten eğitimlerim, o geldiğinde devam ediyordu. Haliyle evden sabah çıkıp akşam geliyordum. E gelince de yemek hazırla, bulaşıkları toparla derken iki sohbet ve hemen ardından uyku bastırsın, uyu çıkmazından kurtulamıyordum. O yüzden geldiğinde ilk iki günümüz öylesine heba oldu. Kaldı bize sonraki iki gün. İstanbul'a ilk gelişi değildi ama daha öncekilerde kıştı, yağmurdu, çamurdu çok öyle turist gibi gezememiştik. Her yere gitmiştik ama özellikli bir gezi olmuyordu hiçbiri. Bu kez havalar bahar gibiydi ve biz de İstanbul'da turist olmak nasıl bir duyguymuş bunu deneyimleyelim, her şeyi baştan alalım dedik.  Şapkamı, gözlüğümü de taktığıma göre artık bir turistim. Zaten bizimki de sarışın, renkli gözlü birşey. Oldu bu iş! İlk gün için çok yorucu olmayan ama tadı damağımızda kalacak bir rota çizdik. Yerebatan Sarnıcı, Sultanahmet, Gülhane Parkı ve oradan da ver elini Pierre Loti. İki yıldır İstanbul...

Yıllık İzin Macerası- Roma ve Floransa

Kasım'ın son haftasında yıllık iznim gelip çattığında uçmak istediğim yer İtalya'ydı! İtalya sevdamı bilenler için hiç şaşırtıcı değildi bu kararım. Hatta daha önce gittiğimi bilenlerin tepkileri sadece ' 'Yine mi? '' oluyordu. Evet yine, yeniden! Hatta o kadar ''yeniden'' ki, İtalya'da daha önce zaten gördüğüm iki yeri görmeye gideceğim sırf. Çünkü ben, seyahat ettiğim yerin ruhunu yaşamayı seven bir gezginim. Haritada '' gittim '' diye gösterebileceğim farklı varış noktaları seçmenin keyfi apayrı olsa da, '' yaşadım '' diye işaretleyebileceğim şehirler biriktirmek benim için daha tatmin edici. O yüzden ruhu olan, hele ki benim için yeri ayrı olan şehirlere iki kere gitmekten çekinmeyeceğim gibi, her fırsatta gitmeyi de dilerim. Roma ve Floransa benim için tam da bu tariflere uyan iki büyülü şehir. Ve gerçekten, hayatımın farklı dönemlerinde bu iki yerde bulunmayı, ruhunu yaşamayı, anılarımı canlandırmayı h...