Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Almaty'e Uçtum!

Sevgili blog, Seni çok sevdiğimi ama defterimin yerinin apayrı olduğunu biliyorsun değil mi? Biliyorsun, çünkü arada bir bu gerçeği başına kakıyorum. Eski bir alışkanlık deftere yazmak... Az evvel ilk yazıyı yazdığım tarihe baktım da 2013, Temmuz'a ait. Ki bu ilk defterim değildi, ilk yazım kim bilir nerede ve ne zamana ait. Başka defterler de bitirdim, evet. Ama 3 yıldır çok az da yazsam benimle bu kadar çok gezen, nereye gitsem çantanın veya valizin bir köşesinde yer alan başka bir defterim olmamıştı. Bu defterimin arasında, gittiğim yerlerden topladığım yapraklar, kokladığım çiçekler, biletler, bir broşür, Uganda'ya ait seçim kağıdı (valla var) ve hatta bir tane de milli piyango bileti var- amortisiz. Sanki blogda fotoğraflarla kaydedebildiğim anılara ait ruhları da defterime hapsediyorum gibi bir his aslında bunları yapmamın sebebi. O güne ait çiçeğin kokusu, rengi defterin yaprağında iz bırakıyor ve bu bana daha canlı bir şey gibi geliyor. Ama yine de defterime çok yazamı...

Dünden bir yazı

İnanmayacaksın ama, bugün ilk defa İstanbul'dan başka bir yere bir adım dahi kımıldamak istemiyorum. Neden böyle hissediyorum dersin? Çünkü kımıldamaya mecburum ve aksi gibi hiç halim yok. İtiraf et, bir an İstanbul'u delice sevdiğimi düşündün! Ama yok, öyle değil. İstanbul'da kalmak bir kereliğine de olsa cazip geliyor çünkü şu an daha zor ve bir o kadar da güzel gelen şeyler var. Günlerden pazar bir kere.  Bir pazar gününe göre oturduğum sokak çok sakin görünüyor. Hep sakindir gerçi ama, bu kez sokaktan bir insan bile geçmedi. Bahçedeki ağaçlardan yaprak sesleri geliyor odama. Üşüsem de pencereyi kapatamıyorum. Tatlı bir esinti var günün kendisinde, doyabilmek imkansız. Sadece anahtarımı ve cüzdanımı alıp, markete gitmek için evden çıkıyorum. Saçlarım karmakarışık, gözlerim hala uykulu. Bugünkü kombinimin adı; ''buralarda oturuyorum ya iki dakikalığına çıktım''. Etiyopya'ya gideceğim bir kaç saat sonra. O yüzden valize yiyecek, içecek takviyesi yapm...

Kısaca Temmuz

Hadi şu Ağustos sıkıştırmadan Temmuz'u yazalım. Bu Temmuz benim için kötü bir olayın ardından başladı. Umutla başlamasını çok dilemiştim. Burada da yazdım biliyorsunuz yaşananları. Temmuz geldi ve ben günleri bir bir bitirmeye heveslendim. Çünkü içlerinde bir gün vardı ki ben en çok onun gelmesini istiyordum. Çünkü o gün gelirse ben kaçacaktım. Geldi ve geldiği gibi sabah 5'te evime, Kuşadası'na kaçtım. Sonra... Sonra bütün kayıtlı alarmları sildim. Saatimi kolumdan çıkardım, zamana karşı yarışacak halim yoktu, yeterdi. Yerine renkli ve nazar boncuklu yazlık bilekliklerden taktım. Ve inanır mısın iznin son gecesine kadar hep taktım. Sonra aile yanında güneşli günler başladı. Burada fazla kalmayacaktım. İznin 4 günü buradaydı sadece. Koşuşturmalı şeyler yapmadık, yattık yuvarlandık ve güneşlendik. Bunaltıcı sıcaklarda daha başkası yapılamazdı zaten. sabahları denize gittiğimiz yolu böyle bir kuraklıkta hayal edin kardeş elinden portakallı tarçınlı dev kur...

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu

Eskiden blogda ‘’şu sıralar ben’’ temalı yazılar yazma alışkanlığım vardı.Hatta bir ara her ay sonunda kısaca o ayı özetliyordum falan. Yazarken tekrara düştüğüm hissine kapılıp bıraktım bunu ben ama şimdilerde tekrar bir dönesim var. Bir de o zamanlar daha sık yazıyordum. Ama şimdi bahsetmediğim o kadar çok konu oluyor ki, sanırım o eski alışkanlık şu anda blogun en çok ihtiyacı olan şey. Mesela son zamanlarda epey meşgul olduğum ve blogda geçen gün dışında hiç bahsini etmediğim bir konu size: kilo verme konusu.  Dukan diyetini bilmeyen yok dimi?En azından duymayan kalmamıştır. Diyetin ana maddesi protein ağırlıklı beslenme. Ama bu konuda yetkili bir ağız olmadığım için detayına girmeyeceğim. Her neyse, ben Mart ayında bir sabah bir uyandım. Bir de ne göreyim! Nasıl kilo almışım nasıl kilo almışım anlatamam. Zayıflamam lazım fikri bana şak diye geldiği için sanki o kiloları da şak diye alıvermişim gibi hissettim. Halbuki ciddi bir yayma söz konusuydu tatlıları, hamur işlerini...