Dedektif Yeniden İş Başında

Yazmayacağım dediğim günden beri her gün uğruyorum buraya. Ne yalan söyleyeyim, yazdığım günlerde bile bu kadar sık uğramazdım. Yazılanları okudum sessizce... Sonra yazdıklarımı okumaya başladım. İlk defa!
Hiç geriye dönüp kendi yazdıklarımı okumamıştım bunca zaman. Neredeyse herşeyi inceledim. Yazdığım yazılar, onları yazdığım günleri en ufak detaylarına kadar anımsattı bana. Her yazının sonunda başımı kaldırıp gözlerimi ileri, ilk bulduğum boşluğa diktim ve düşündüm. O günü, o günleri, her şeyi... Blogu açtığımdan beri geçen iki yılı, iki yıl boyunca olan bitenleri, hayatıma giren çıkan insanları, anıları, fotoğrafları ve kendimi düşündüm. İlk defa düşündükçe içim şişmedi ve herşeyi hızla kapatıp kaçma isteğim olmadı. Düşündükçe rahatladım ve sanki tek tek havalandı içimde beni ağırlaştıran her ne varsa. Kendimi düşündükçe bir anlık sakinlik yakaladım o düşüncelerde. Geçmişten gelmeyen, şu anıma ait bir sakinlik. Dinginlik... Kelime olarak bile öyle güzeller ki.
Yazmayacağım dediğim günden beri kendime zaman ayırıyorum. Dediğim günün akşamından itibaren başladım hatta bunu yapmaya. Hedeflerim ile ilgili, odaklanmam gereken her ne konu varsa odaklandım bu kez. Aylardır sürünen konuları hızla masaya yatırdım ve o gece başladım onlar için çalışmaya. İngilizce işini hızlandırdım ve Ielts meselesi gündemim oldu. Spora daha çok zaman ayırıyorum. Daha sık doğa yürüyüşlerine çıkıyorum. Kitabımı, kahvemi alıp en sevdiğim parka gittiğim oluyor mesela. Bazı günler de, kurs çıkışı en sevdiğim kafeye gidip  ya çalışıyorum ya da ilgilimi çeken şeyleri araştırıyorum. Black Mirror 3. sezon başlamış ve almış başını gitmiş mesela, ruhum duymadı bunca zaman. Onu fark ettim ve akşamları ısıtıcıya sarılarak onlara dadanıyorum. Beynim uçuyor her bölüm sonunda. Diziyi izleyen bir arkadaşımı arayıp o bölümü konuşuyorum telefonda. Uçan beyinlerimizden kalan parçaları toparlamaya çalışıyoruz beraber. Sinemaya gittim bir de geçenlerde. Film; ''Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar?''. Hayatımın kadını J.K. Rowling'in bir diğer kitabının uyarlaması. Harry Potter aşığı biri olarak bunu kaçırmam söz konusu olamayacağına göre, ben de üzerime düşeni yaptım ve soluğu sinemada aldım. Sabah seanslarından biriydi gittiğim ve salonda sadece 5 kişiydik. 5 kişi! Film arasında hepimiz birbirimize selam veriyor ve hemen ardından filmle ilgili laf atıyorduk. Çünkü biz koca koca insanlar olarak bugün, bu salonda, aynı amaç için buluşmuş, ortak zevkleri olan küçük bir gruptuk ve sırf bu sebepten birbirimizi tanımadan seviyorduk.
Konser araştırmalarım başarısız oldu. İstediğim tarihlerde, istediğim konserleri bulamadım. Şimdilik diyelim. Ama tiyatro bileti aldım. Moda Sahnesi'nde Mert Fırat'ın bir oyunu; ''Bütün Çılgınlar Sever Beni''. Bu adamı ne kadar çok sevdiğimi bilen bilir. Risk aldım, gidip gidemeyeceğimin belli bile olmadığı bir tarihe oyunun biletini aldım. Bakalım...
Sonra bir şeyler olmaya devam ederken, bugün bambaşka bir şey oldu. Öyle bir şey oldu ki, tüm gün blogu aklımdan çıkaramadım. Hatta bir ara bir kafeye oturmayı, telefonumu sarja takıp buraya gelmeyi ve yazmayı bile düşündüm ama gün bitmeden yapmam gereken şeyler vardı. İçimdeki bu özlemi yakaladığım için, eve döndüğümde sana yazacağımdan emindim sevgili blog, nitekim öyle de oldu.
Ve şimdi sana bugünümü anlatmak istiyorum.
Gece boyu essayler ile boğuştuğum için geç uyumuştum ve sabah da erken kalkmış olmama rağmen bugün izci gibi uyandım. Zıpladım yataktan. Hızlı bir kahvaltı, hızlı bir saç-makyaj seansı ve hızlı bir trafik deneyimi sonrası saat 10'de kurstaydım bile. Bunun şerefine kendime koca bir bardak kahve ısmarladım ve gün böylece başladı.
Ders sonrası gitmek istediğim bir yer vardı; Bomontiada'daki Kış Panayırı. Panayır'ın teması  ''Tüketme,Üret''
 Bu bilinçle burada her gün ve gün boyu süren farklı atölyeler düzenleniyor. Konsepti de ''yeni yıl'' olunca (ki bayılırız böyle şeylere) süslerin, püslerin olduğu müthiş dekorasyonlar atmosferi şenlendiriyor. Asıl can alıcı nokta ise, tüm etkinliklere katılım ücretsiz.
Navigasyonu kurdum ve tabanvay bir şekilde düştüm yola. İnceden yağan yağmur ve bir tersten bir düzden esen rüzgar yüzünden bu uğurda pembe bir şemsiye feda ettim bugün. Çokça şapkam uçtu, ben de peşinden koştum. Buz kesildim ama soğuk beni çok mutlu etti. Ah kış, seni seviyorum.
İlk defa Bomonti Bira Fabrikası'na gittim. Hiç böyle bir atmosferi olduğunu bilmiyordum. Doğrusu ne ile karşılaşacağımı bilmeden çıktığım bir yoldu ve sonrasından gördüklerim ile tüm gün zevkten dört köşe Bomontiada'da döndüm durdum.

  


Ağaçlara sarılmış yeni yıl ışıkları, her panayırdaki mumlar, kulağa çalınan canlı müzik sesleri ve sonuç; buz gibi havaya inat sıcacık bir atmosfer.


Vardığım saatte ''ışıklı kartpostal yapımı'' atölyesi vardı ama ben vardığımda sınıfın kartlar üzerinde epey yol aldığını gördüm ve ''eee şimdi napıyoruz^^''cu bir tip olmak istemediğim için buna katılmadım. Hemen o saatte, başlamak için beni bekleyen bir ''Cup Cake'' atölyesi vardı neyse ki. Dosdoğru atölyenin yapıldığı yerin yolunu tuttum. Kendimi çikolata ve şeker kokusunun içine bırakıp, krema kıvamına gelene kadar bu atölyede zevkten dört köşe oldum.

Tariflerimizi yazdıktan sonra, hocamızın verdiği müthişli ipuçlarıyla başladık cupcakelerden harikalar yaratmaya. Ne demiştik, konseptimiz ''yeni yıl''. Öyleyse yaratıcılıklarımızı konuşturalım!


Tipini ^yediğim^!! :)


Hepsini kendi ellerimle yaptığımı övüne övüne söyleyeceğim blog, hiç kusuruma bakma.


Eserlerimle mutluluk pozumu verdikten sonra sıradaki atölyeye kendimi attım. Atamadım. Yerini bulamadım. Halbuki enfes bir ''denim'' atölyesi vardı ve son zamanlarda denimleri kesme, kırpma işleriyle kafayı bozmuş olduğum için bana çok iyi geleceğini umuyordum. Ama olmadı, neden bilmiyorum, bulamadım yapıldığı yeri. Onu ararken açık havadaki canlı müziğe kendimi kaptırdım. Avluda, bidondan bir ısıtıcının yanına yaklaşıp dinledim, video çektim, gözlerimi kapattım, anı yaşadım. Anı yaşayan, dans eden anne ve kıza baktım. Öpücüklerimi gönderdim ikisine de, sessizce.
Sonra oradaki kafelerden birine oturup güzel bir yemek yedim ve buradaki misyonumu tamamladım.Yüzümde sinsi bir sırıtış, kucağımda cupcakelerim istemeye istemeye çıktım Bomontiada'dan.


16-30 Aralık boyunca bu etkinlikler tüm hızıyla devam ediyor olacak ve ben eğer bir gün bile katılmazsanız çok pişman olacağınızı söylemek istiyorum.

 Buraya linkini ve etkinliklerin listesini bırakıyorum.





25 Aralık Pazar

Bi Değişik Yastık Atölyesi – Alt - 11:00 - 14:00 

Papyon Quartet - Pop-Up Müzik – 13.00

Reflect Atölyesi - ATÖLYE - 14.00 - 15.00 
Nefes Terapisi - Alt - 14.00 - 16.00 
Karambola- Konser – 15.00
Origami Atölyesi – Alt - 15:00 - 16:00 
Papyon Quartet - Pop-Up Müzik – 16.00
Makrome Atölyesi – Alt - 16:30 - 19:00
Animasyon Atölyesi - ATÖLYE, Makerlab - 16:30 - 19:30 
Mekan Enerji Temizliği – Alt - 19:00 - 20:30 




26 Aralık Pazartesi
 Bi Değişik Yastık Atölyesi – Alt - 13:00 - 16:00 



27 Aralık Salı
Konuşma - Ahmet Alpat & Engin Ayaz & Bager Akbay - Türkiye ve Maker Hareketi: Girift bir İlişki - Atölye 19:30 - 21:00 


28 Aralık Çarşamba
Konser - Swing Mama - 19:00 - 21:00
Yama Atölyesi - ATÖLYE, Makerlab - 07.00 – 09.00 PM 


29 Aralık Perşembe
Mercek: Ustalar Ile Zanaatkarlık Ve Üretim Kültürü – Söyleşi - Aylin Durmaz Ve Ustalar – ATÖLYE - 19:30 - 21:00 


30 Aralık Cuma
Zendala Atölyesi – Alt - 18:00 - 21:00 
Luxus - Konser 19:00-21:00



MadamMare Vintage diye bir dükkan var, vintage severler bilir. Ona gitmek aklımdaydı bir süredir. Dedim hazır bugün bu kadar üşüdüm, hasta olmadan eve dönmeyeyim dur bir de oraya gideyim. Tekrar yönümü Taksim'e çevirdim. Metrodan indiğimde iki küçük oğlan çocuğu gördüm metronun içinde. Aralarında biraz mesafe var ama ikisi de aynı şekilde duvar kenarına oturmuş, elleri öylesine açık gelip geçene ilgisizce bakıp dilenen iki çocuk. Birini geçtim önce, ama ikinciyi geçerken yavaşladım. Çünkü aklımda bir şey vardı. Sonra döndüm, yanına gittim ikincinin. O elini daha da uzatmadan ben önce davrandım ve elimdeki kutuyu göstererek ''Kek ister misin?'' dedim. ''Hayır, para isterim'' demedi asla. Hemen başıyla onayladı beni. Eğildim ben de yanına, aynı boya geldik ve elimdeki kutuyu açtım. Gözlerinin içi öyle bir güldü, bana öyle bir baktı ki. Bir keklere bir bana, bilmiyorum kaç kere, hızlı hızlı baktı durdu iki saniye içinde. İkimiz de gülüyoruz. ''Al en beğendiğini hadi'' dedim. Karar veremedi, eli hepsinin üzerinde gidip geldi ve çam ağaçlı olan dev kremalıyı seçti. Hala kulakları ağzında elindekine bakıyor. Sonra o ilk geçtiğim oğlan yanımıza koştu geldi. Ona uzattım bu sefer elimdeki kutuyu. Aynı coşkulu bakışlar bu sefer onda. Kardan adamlı olanı aldı. Bir tane de kardeşine seçti. Ağızları burunları kremadan yeşil olmuştu. O kadar mutluyduk ki. Ben bu çocuklardan hiç birini, o istedikleri parayı avuçlarında gördüklerinde dahi bu kadar mutlu görmedim hiç. Siz gördünüz mü?

Kendimi yeterince ''Singing in the Rain'' filminde gibi hissettikten ve alışverişimi de yaptıktan sonra eve dönmem gerekirdi. Ama dönmedim. MadamMare'den kendime numarasız bir gözlük almıştım. Gözlüklü biriymiş gibi davranasım vardı. Uzun bir palto almıştım. Dedektif gibi ortalıklarda dolaşasım vardı. Sanırım farklı biri gibi olmak istiyordum. Kılık değiştirmek iyi bir fikir olabilirdi aslında. Filmlerde kılık değiştirmek isteyen karakter aslında işe üst-baş alışverişinden başlamaz. O en son adımdır ve kabinden çıktığı sahnede, her şeyiyle değişmiş olarak onu görürüz. Peki ama değişime nereden başlanır? Saçlardan başlanır, elbette! Farklı biri olmak istiyorsan, farklı bir rengin de olmalı sevgili dedektif. Öyleyse doğru kuaföre ve o hep hayalini kurduğun bakır-kumral renge sahip olmaya! Yakışmazsa da keyfi bilir, peh.
Şu an turuncu bir kafayla yazıyorum sana sevgili blog. İçimden kahkahalar atmak geliyor. Yeni saçlarımı çok sevdim aslında ama aynaya her baktığımda, hele ki diplerdeki o parlak bakır rengi gördüğümde bir acayip olmuyor değilim. Dur ama alışırım, ilk defa böyle köklü bir değişim yapıyorum sonuçta.
Artık günün bitmesi ve eve dönmem gerekiyordu. Evin sokağına girmiştim, hızlı adımlarla yürüyordum. Günün bitesi yok gibiydi ve bir ses duydum. Son bir haftadır geceleri uzaktan duyduğum o ses şimdi biraz ileride, önümden geliyordu. Bir adam kollarında bir şeyler taşıyor ve bir taraftan da bağırıyordu; ''BOOOO-ZAAAAA!''. Sonra bir daha ''Boooo-zaaaa!''. Bugün hep İzmir günlerimi hatırlatmıştı bana. Bozacı da son anda yaptı yapacağını. İzmir'deyken bir koca kışı geceleri annemin alıp getirdiği bozaları ısıtıp içerek geçirmiştik. Sadece 1 kış yaptık bunu ama, öyle bir keyifle yaptık ki sanki ezelden beri boza içermişiz gibi yaptık. Bir saniye bunları düşündükten sonra seslendim bozacıya; 'iyi akşamlar' diyerek. Ve bir bardak bozamı kapıp, 3 adımda evime vardım. Isıttım onu bir güzel ve geçtim blogun karşısına.

Sonuç, yeni bir İlham Kedisi oldum. İlhamım kaybolmamış ya, ona seviniyorum en çok. Hatta canlanmış mı ne? Sanki öyle gibi.




Ve isteyenler için de İnstagram hesabım : ilhamkedisi



Sevgiler,
İlham Kedisi

*özlemişim bile be.

Yorumlar

  1. yaaa ne tatlı onlar öylee :) yapmayı ve üretmeyi hiç bırakma yahu <3 sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu tatlı yoruma da Yuppiiiii o zaman!
      Çok teşekkürler, kocamaaaan sevgiler ^^

      Sil
  2. Tek kelimeyle Harikasın! Beklemek ve ilham sana çok yakışmış Arzucum.Takibindeyim 😘

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Semaaa!
      Ya seni yerim çok tesekkürler ^^
      Takipte kal bebegim :*

      Sil
  3. Mert Fırat'ın oyununa gidemeyecek olursan bilet yanmasın. Malum işten de kovulduk bolca boş vaktim var. Sevgiler lütfen yazmaya devam et. Bizi mahrum etme hoşçakal :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bugün belli olucak o iş :) Baktım gidemiyorum haber ederim. Sevgiler :)

      Sil
  4. Merhabalar yeniyim burada ve içten anlatış şeklin yazdıklarını bir çırpıda okumamı sağladı. Yazmayı da bırakmaman çok iyi olur gibi, vazgeçme derim arkadaşım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öyleyse buralara hoşgeldin! Yorumun için ne kadar teşekkür etsem az, harika hissettirdi. Vazgeçemiyorum, denedim gördüm. Sen de vazgeçme. İyi ki geldin. Sevgiler.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar