Ana içeriğe atla

Osaka'ya Uçtum!

Turna kuşu bilinen en eski origami figürüdür. Aynı zamanda özel bir anlamı vardır. Bin tane turna kuşu yapan kişi bir dilek hakkına sahiptir. Japonlar güzel dilekleri için turna kuşu yapmayı sihirli bulurlar.
Nereden mi biliyorum? Üniversite son sınıftayken keşfedip katıldığım bir origami atölyesinden. Bu atölyeden bana kalan turna kuşu figürü hiç unutmadığım, gözüm kapalı yaptığım bir şey oldu benim için. Origami kağıdı bulduğum zamanlarda şanslıydım. Ama çoğunlukla ya renkli bir kağıdı, ya bir gazeteyi, ya da eski bir kağıt parayı origamiye çevirdim. Hiç bir şey yapamadığım zamanlarda elime bir kağıt alıp katlamayı ve onu kuşa çevirmeyi sihirli buluyorum ben de. Turna kuşu sayım bin oldu mu bilmiyorum. Hala bir dilek hakkım oldu mu bilmiyorum. Büyük dileğim için en baştan oturup bin tane kağıt katlamaya başlasam iyi olur. Ama son zamanlarda evrene gönderdiğim mesajların bir şekilde iletildiğinin de farkındayım. Bundan çok önce, daha origami yapmaya bile başlamadan önce kendime -kendimce- en imkansız, en uzak rotayı yani Japonya'yı dilemiştim. Ve umarım bir gün demiştim. Bir kere bunu diledim, ve şimdi o gerçek oldu.
Osaka'ya uçalım mı? Küçük bir valiz hazırlamanız yeterli. Çünkü sadece bir gece kalacağız ve her şeyi hızlıca yaşayıp geri döneceğiz.

Zamanımızın en büyük kısmı ise uçarak geçecek. 12 saatlik bir uçak yolculuğunun detaylarını tahmin edemeseniz de sonucunu tahmin edebilirsiniz. Bu arada saat farkımız 6 saat kadar ilerliyor. Ve pek tabii ki, hoşgeldin jetlag! Uykuyu her bir zerremde hissetmeme rağmen uyuyamamam ve pencerenin önünde elimde papatya çayı ile gözlerimi belertip sabah 7'ye kadar öylece oturmam, jetlag'in kralı oluyor. Bir ara iki saatliğine bayılmışım. Uyandığımda vermem gereken bir karar var. Ya tekrar yatağa girip akşam 6'ya kadar uyumak (İstanbul'a dönüş saatimiz olur kendisi) ya da sınırlarımı zorlayıp Osaka'yı gezebildiğim kadar gezmek. Uykusuzluktan ölecek gibi olabiliyor ama ölmüyorsunuz arkadaşlar. Bu kesin. Daha önce, çok kereler 30 saati sıfır uyku ile geçirmiş bir insan olarak dedim ki ben bunu yapabilirim.Dönüş uçuşunda da artık bir şekilde sınırsız kahve desteği ile bayılmadan İstanbul'a dönebilirim. Onu sonra düşünürüz.



Rotamız Osaka Kalesi'ne doğru. Yürüyerek gideceğiz ve böylece Osaka'ya dair görebileceğim şeylerin sayısını arttırmış, şehri solumuş ve buraya ait daha fazla anı biriktirmiş olacağım. Kathmandu'da bile, dumanlı havasına aldırmadan yürüyerek gezmiş biri için Osaka'nın temiz, soğuk havası kış cenneti sayılır.


kabarık saçlarım ve Osaka Kalesi


Kale dışarıdan 5, içeriden ise 8 katlı ve saldırılara karşı savunması kolay olsun diye uzun bir kaya üstüne inşa edilmiş. Dışarıdan bakınca gördüğümüz bu eski Japon stili görünüm içeriye girdiğimizde yerini tamamen modern ve hatta sıradan bir müze dizaynına bırakıyor.


Ne olursa olsun en tepesine çıktığınızda önünüze boylu boyunca uzanan Osaka manzarası karşısında etkilenmeden duramıyorsunuz işte. Mis gibi esen bir rüzgarla, gözlerinizin önünde panaromik uzanan Osaka şehri.








Yol boyu çektiğim fotoğraflar iyi ki var. Yoksa yarı uykuda geçirdiğim bu geziyi rüya sanabilirdim.








Bu arada,
ilk Sushi'mi Japonya'da yedim ve bu yaşıma kadar böyle bir zevkten mahrum kalmış olduğuma inanamadım.




Şu an hala valizde denenmeyi bekleyen Matcha çayı ve Matcha aromalı bisküvilerden tutun da cipslere kadar saçma sapan abur cuburlar mevcut. Paketinde ne yazdığını anlamadığım, haliyle içinde ne olduğunu bilmediğim bir kaç şey ile beraber bekliyorlar. İlk misafiri bekliyorlar ve böylece dünyanın en yeşil bisküvilerini o ilk misafir ile beraber deneyeceğiz. Ben olsam, bize misafirliğe gelirdim...


Bir de bir arkadaşıma sana ne getireyim diye sordum. Sokaktan bir taş getir nolur, diye yalvardı bana. Ya dedim, ne tatlı arkadaşlarım var. Gözü hiç bişeyde yok, sadece anı istiyor. Gel gelelim sokaklarda taş yoktu arkadaşlar. Ciddiyim. Hani vardı da öyle boş beleş tiptekilerden vardı. Şöyle rengi güzel, şekli düz bişey illa ki bulurum diye tenezzül etmedim inşaat taşlarına. Ama yoktu, yoktu! En son otelin bahçesindeki tek bir taşı aldım attım çantaya. Gerçekten de o taştan başka twk bir taş daha yoktu koca bahçede. O taşın yerinde olduğunuzu bi düşünsenize. Zaten Osaka'da bilmem kaç yıl taş olarak, muhtemelen üç aşağı beş yukarı aynı yerde ikamet etmişsin. Etrafta bir tane daha taş yok. Yalnızlığın dibine vurmuşsun. Daha kötü ne olabilir, hayatımda artık ne olabilir dediğin\demediğin bir anda biri gelip seni alıyor. Ne çirkin taş arkadaş bu böyle, deyip çantasına atıyor. Yetmiyor Türkiye'ye getiriyor. Hayat ne acayip be!



Sabaha karşı afakan basmalarımda gerekli gazı veren Bayan Silvia'ya buradan teşekkürlerimi iletiyorum.  Ve bir dip not olarak, hala sığınma teklifimin geçerli olduğunu kendisine hatırlatmak isterim. Konu şu ki, Osaka Kansai Havalimanı'nda pasaport kontrol noktasının hemen yanında sığınma bürosu var. Olabilir, evet. Ama ilginç olan buranın girişindeki tabelada sığınma kelimesi üç dilde yazılmış. Japonca, İngilizce ve Türkçe. O yüzden an itibariyle fotoğraflarla Osaka'yı gezmiş olduğunuza göre, üstelik beğendiyseniz, bu konuyu bir düşünelim derim ben.



Bin tane kağıt katlamak isterseniz eğer, şimdiden başlasanız iyi edersiniz.



Sevgiler,
İlham Kedisi

Yorumlar

  1. uuu bir solukta okudum! bu fotoğraflar bir harika olmuş diğer yazılarındakilerde güzel elbette ama bunlara ayrı bir bayıldım. Muntazam! ^^

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. öyleyseee sığınma işini düşünüyor muyuz Keçicim? Var mısın?

      Tişikkirler ayrica :)

      Sil
  2. Sığınılası bir yazı olmuş...Tebrikler.

    YanıtlaSil
  3. Ayrıca ailecek severek takip ediyoruz :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beni mesut ettin, sen de olasın pek sevgili anonim okur! :)

      Sil
  4. Taş olaydım da caponya'da olaydım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bak o zaman güzel bi taş bulmuş olurdum ve üzgünüm ama tutar Türkiye'ye, yetmez İstanbul'a getirirdim! :)

      Sil
  5. Taş yok mu taş diyemeyeceğiz yani Osaka' da:) Güzel bir yazı olmuş elinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Taşı toprağı altın bile diyemeyeceğiz vallahi :)
      Çok teşekkür ederim, beğenmenize pek sevindim :)
      Sevgiler.

      Sil
  6. Ahh caponlarrr çok seviyorum sizi 😃Osakaa adı bilr ayrı bi tatliş.Sizde yakışmışsınız kaleye 😃 takibinizdeyim artk

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok hoş, çok naziksiniz :) Gerçekten öyle sevilesiler ki!

      Sil
  7. Çaya mi gelsem ne? 🙈😍😘

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu zamana kadar gelmemiş olmana şaşıyorum bebek! :)) :* Koş gel en kısa zamanda.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Meydan Okuyorum!

Ben geldiiim! Hem de öyle bir geldim ki, ellerim kollarım dolu bir şekilde! Evet, bir sürprizim var. Bu blogda daha önce yapılmamış yepyeni bir şey ile çıkageldim yine. 2017 hayatımda olduğu kadar blogumda da türlü türlü yeniliklere ev sahipliği yapıyor. Hazır lafı gelmişken şimdiye kadar çok sevdim kendisini, umuyorum aramız açılmaz diye de belirtiyor, yeni yılın kulağını ufacık bir çekiyorum. Her neyse, gelelim sürprizime... Hazır mıyız?  Ver trampetlerle gerilim müziğini hızlı hızlı;   ''  tıpıtıpıtıpı tııııııp''... Duyduk duymadık demeyin! Bu bir   CHALLENGE   , bir    SALANJ   bir   MEYDAN OKUMA  yazısıdır! İstenilen  herhangi bir şekilde adlandırmak ve hunharca katılmak serbesttir! Hodri meydan demeden önce konuyla ilgili bahsetmek istediğim şeyler var. Konumuz '' Apartman Sohbetleri ''. Ve konunun da, soruların da sahibi  İlker Gümüşoluk . YouTube'da videodan videoya zıpladığım bir gün, şans...

Sabahları 5'te uyanmak (Kargalara selam olsun)

 Ey uykucu ahali ve çok sevgili kargalar! Toplanın yamacıma, neden sabah 5’te kalkıyorum, nereden çıktı bu iş ve nereden geliyor  bu motivasyon onu anlatmaya başlıyorum.  Birden fazla motivasyon kaynağım var aslına bakarsanız. Yapmak istediklerim, yarım bıraktıklarım, sabahın sessizliği, gün doğumunun güzelliği, kendime zaman yaratma ihtiyacım falan filan diye başlıklarım uzar gider.  Ama yine de hepsi birlikte toplanıp gelse bile beni yataktan çıkarmaya yetmiyordu. Uyanmak için tek bir şartım vardı; “havanın aydınlanması” .  Sabahın karanlığı bana geceleri uyanıp işe gittiğim günleri hatırlattığı için işi bırakmamla birlikte (bilmeyenler için mini bilgi, hostestim) fark etmeden yeni bir alışkanlık geliştirmiş oldum. Hatta bu alışkanlığın kendime koyduğum bir kural olduğunu sonradan fark edecektim; ''  artık hava aydınlanmadan uyanmana gerek yok, artık karanlıkta kalkmak zorunda değilsin,artık gece uykunu bölmek zorunda değilsin... '' Bunu kendime ödül olar...