Ana içeriğe atla

Kathmandu'ya Uçtum!

Aralık'ın son günleriydi. Yeni yılın eli kulağındaydı yani. İstanbul'da soğuk rüzgarlar bir o yandan bir bu yandan uğuldar iken, ben valizimi almış tıngır mıngır havalimanının yolunu tutuyordum. Gece saat 12.
Hazırlıklarımız tamam. Kathmandu, Nepal'e uçuruyorum sizi.

Yaklaşık 6,5 saatlik bir uçuş sonrası saatimi 2 sa 45 dk ileri alarak kendimi Kathmandu'nun karmaşa dolu dünyasına dahil ediyorum. Havalimanında bizi ortaya karışık tütsü, baharat, duman kokuları ve toz, toz ve toz karşılıyor. Bu ağır kokuları ve gözle görülen havadaki tozu aslında bekliyordum. Gitmeden önce okuduğum bloglarda hep bahsi geçmişti ve ''maske kullanımının yararlı olacağı, yerel halkın da zaten maske kullandığı''nı yazıyorlardı. Amma ve lakin ben okuduğum ne varsa unutmuştum ve maske almak yapacağım en son şey dahi olmamıştı. Bir de ne kadar fazla olabilir ki, diye bir cahil fikrine kapılmıştım. Sadece iki gün kaldım bu memlekette ama hala boğazımda tozu dumanı var. Gerçekten. Geleli bir haftayı geçti ama ben orda kaptığım öksürükten ve boğaz yanmasından hala kurtulamadım. Yani neymiş? Hiç bir şey almayın ama maske alın yanınıza,
m a s k e !

Geldiğimizin ilk günü yorgunluktan yarı baygın ve uyumalı geçtiği için gün ışığından bize bir şey kalmamıştı. Akşam hem biraz keşif, hem alışveriş, hem de yemek yemek için meşhur Thamel caddesine gittik. Burası North Face ürünlerinin envai çeşit çakmalarının olmasıyla bilinen, aynı zamanda akla gelen her türlü dağcılık malzemelerinin satıldığı turistik bir  alışveriş caddesi. İstisnasız her dükkan North Face satıyor ve istisnasız burada işler pazarlıklıkla yürüyor. 50 euro'dan açılan bir fiyatın 20 euro'da kapatıldığını bizzat gördüm. Müthiş uygun fiyatlara, güzel montlar gibi görünseler de ben baya dandik buldum söylemeden geçemeyeceğim. Ama burada North Face mont giymeyeni dövüyorlar, o da bi gerçek.
Ayrıca bu cadde boyunca hediyelik eşya satan bazı küçük dükkanlar da bulunuyor. Pirinçten yapılmış, oyma, büyüklü küçüklü heykeller en çok tercih edilen hediyeliklerdenmiş. Ben ne zaman fiyat sorsam  '' P A H A '' cevabını aldım. Zengin turistlerimiz tercih ediyor olsa gerek.

Ertesi gün çok yorucu olmayan gezi planımızı şöyle yaptık.
Kimse Everest'i görmek için gaza gelmedi. Halbuki kaçırdığımız tam olarak şöyle bir şeydi. (Bakınız burada!) Sanmayın ki dağcılıkla ilgili alakalıyım, hayır. Ama 150 dolar gibi bir fiyata Everest üzerinden geçebileceğiniz 1 saatlik uçak turları oluyor. Böylece sıfır zahmet ile manzaranın karşısında aklınızı yitirmeniz gayet mümkün. Malesef bunu da yapmadım.

E peki ben ne yaptım? Öncelikle kaldığımız otele yakın önemli iki tapınağın konumunu telefona kaydettim. Her ne kadar Katmandu'da sayılsak da konum olarak haritanın dışında kalıyorduk ve bu yüzden gidebileceğimiz yerler sınırlıydı. Kendime bir de arkadaş bulduktan sonra, tabana kuvvet başladım yürümeye. Kathmandu'yu da yürüyerek gezdim evet. Güvenli olmadığıyla ilgili yazılar var. Doğrudur, sonuçta burası dünyanın en fakir on ülkesi arasında. Yol boyunca yanımıza yaklaşıp para isteyenler de olmadı değil. Ama bu kadar.  Her yer inanılmaz kalabalık. Trafik desen tam bir curcuna. Yaşadığımız en tehlikeli anlar da trafikte karşıdan karşıya geçerkenki ölümden dönmelerimizdi. Asla sizi görmüyorlar, benden söylemesi.

İlk durağımız, Boudhanath Tapınağı.
Burası sadece Nepal için değil, tüm dünyanın Budizm merkezi olarak kabul ediliyor. Yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüş sonrası burayı karşımızda gördüğümüzde şaşkınlığımızı ve hayranlığımızı gizleyemiyoruz.
Bambaşka bir dünyaya hoşgeldiniz.


Manastırın en tepesinde, karşılıklı duran iki aynı hayvan figürü; ''Ne kadar iyilik yaparsan, yaptığın iyilikler bir gün sana döner.'' felsefesini temsilen yapılmış.


Burası aynı zamanda bir yerleşim yeri. Turistik dükkanları ile geçimlerini sağlayan çoğunluğu Tibetli halkın yaşadığı bir bölge. Akın akın bir kalabalığın hiç durmadığı, iğne atsan yere düşmeyecek küçük ama alabildiğine dolu bir mahalle gibi.







İkinci durağımız; Pashupatinath Tapınağı.
Burası ise bir Hinduizm Tapınağı. UNESCO Dünya mirasları arasında yer alan bu tapınak, Bagmati nehri üzerinde bulunuyor. Pashupatinath'ı 'kutsalların kutsalı' olarak kabul ediyorlar ve Hindu geleneğinin bir gerekliliği olarak ölülerin bedenleri bu nehirde yıkandıktan sonra, yakılarak nehre karıştırılıyor. Külleri Ganj nehri ile birleştirdiklerinde, ölen kişinin cennete girmesinin kolaylaşacağına inanıyorlar. Tüm bu seramoni, halka açık yapılıyor. Farklı dinden insanların girmesi, izlemesi kesinlikle yasak değil. Biz de hayretler içerisinde, tepede bir yerde izleyen insanların arasında yerimizi alıyoruz. Bir taraftan da yanımızdaki birisi, turist olduğumuz için bize konuyu açıklamak istiyor. Nehrin sol tarafında yıkananların zengin, sağ tarafındakilerin ise fakir kesimden olduğunu söylüyor. Burada bile bir kast sistemi olmasına şaşırıp şaşırmama konusunda kararsız kalıyorum.

Fotoğrafı tıklayarak incelerseniz, omuzlarına aldıkları cenazeyi görebilirsiniz. Burada yıkama işlemi bitirildi ve yakılacağı yer olan nehrin diğer tarafına taşınıyor.
Bi süre kendimizi bu törene kaptırdıktan sonra havanın kararmak üzere olduğunu fark ediyoruz. Gezimizi bitirmek zorundayız. Biraz yukarı çıkıp bu güzel tapınağı gezelim istiyoruz. Meğer tanışacağımız bir kaç arkadaş varmış da ondan canımız hala buradan gitmek istemiyormuş, birazdan öğreniyoruz.
Önce Holly Man ''Sadu''ları görüyoruz. Ellerinde sigaraları, gelen geçen insanları cool tavırlarla izliyorlar. Göz göze geldiklerine de eğer fotoğraf çekilmek istiyorlarsa paralarını hazırlamalarını söylüyorlar. Çünkü aslında geçimlerini bu şekilde sağlıyorlar. Ama fotoğraf çekilmenin sabit bir fiyatı yok, kim ne verirse.
Biz de cüzdanlarımızı bi kontrol edip yaklaşıyoruz Sadu'ların yanına. İlk fotoğraf için pozumuzu veriyoruz ama dördümüz de gözlerimizi birbirimizden alamıyoruz. Ben içten içe ''ben nerdeyim böyle'' diye düşünüyorum da, onlar ne düşünüyor acaba bana bu kadar yakından bakarken? Sonra sağımdaki ağzındaki baklayı çıkarıyor ve o soru geliyor; ''Nerelisin?'' Al sana koyu bi muhabbet burdan. İstanbul falan diyorlar hemen, ben şok. Gayet güzel ingilizce konuşuyoruz, ben hala şok. Ve bana yanımızda Türk parası olup olmadığını soruyor. Otelde bıraktığım için yanımda hiç yabancı para olmadığını söylüyorum ve merak ediyorum neden diye. ''Çünkü'' diyor , ''buraya her gün onlarca turist geliyor. Ve ben de her gelene yerel parası olup olmadığını soruyorum. Topladıklarımla para koleksiyonu yapıyorum.'' Yeterince şok olmamışım gibi bir de bunu öğreniyorum ve o esnada bir fotoğrafımız oluyor.

Şimdi sıra size şaşıracağınız bir bilgi vermekte.
Hindistan'da da, Nepal'de de eger "Sadu" yada "Baba" olma, yani herseyi terkedip ruhani yolda yurumeyi secmisseniz, caraz ( ot ) icmek, tasimak serbesttir. Hatta uzerleri bile aranamaz. Zaten bu durum sadece onlar için ülkede yasal sayılmıştır. Çünkü onlar Holy man'ler ve
 ucmak serbest.
Hep ben şaşıracak değilim ya, alın size!

Eee napalım, dönelim mi yavaştan derken yanımıza birileri geliyor. Utanarak bizle fotoğraf çekilmek istediklerini söylüyorlar. Sadu'lar bize yan yan bakadursun biz pozlarımızı veriyoruz.
Şu an kim bilir kimin Facebook'undayızdır.

Kathmandu, bambaşka bir dünyaydı benim için. Bu zamana kadar gittiğim yerlerin hiç birinde, kısıtlı zamana rağmen, sahip olduğu büyülü atmosfere bu kadar kendimi kaptırdığım olmamıştı.

 (Aşık olduğum Avrupa şehirlerini tenzih ediyorum.)






Sevgiler,
İlham Kedisi

Yorumlar

  1. Çok güzel bir paylaşım olmuş. Buraların çok farklı kültürleri de buraları dünyalardan çok uzak bir yermiş gibi yapıyor, dikkat çeken kısmı o oluyor yani benim için. Umarım benim de yolum düşer bir gün. Bir şey daha eklemek gerekirse ot içmenin serbest olması. Muazzam değil mi yahu...

    YanıtlaSil
  2. Katmandu... İsmini söyleyince bile insan sanki değişik hiç başka şeye benzemeyen bir yolculuğa çıkıyor. Ben de bir gün gezebilmeyi isterdim.

    YanıtlaSil
  3. Çok etkileyici bir yere benziyor. Bambaşka bir dünya. Görmeyi çok isterim. Elinize sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Meydan Okuyorum!

Ben geldiiim! Hem de öyle bir geldim ki, ellerim kollarım dolu bir şekilde! Evet, bir sürprizim var. Bu blogda daha önce yapılmamış yepyeni bir şey ile çıkageldim yine. 2017 hayatımda olduğu kadar blogumda da türlü türlü yeniliklere ev sahipliği yapıyor. Hazır lafı gelmişken şimdiye kadar çok sevdim kendisini, umuyorum aramız açılmaz diye de belirtiyor, yeni yılın kulağını ufacık bir çekiyorum. Her neyse, gelelim sürprizime... Hazır mıyız?  Ver trampetlerle gerilim müziğini hızlı hızlı;   ''  tıpıtıpıtıpı tııııııp''... Duyduk duymadık demeyin! Bu bir   CHALLENGE   , bir    SALANJ   bir   MEYDAN OKUMA  yazısıdır! İstenilen  herhangi bir şekilde adlandırmak ve hunharca katılmak serbesttir! Hodri meydan demeden önce konuyla ilgili bahsetmek istediğim şeyler var. Konumuz '' Apartman Sohbetleri ''. Ve konunun da, soruların da sahibi  İlker Gümüşoluk . YouTube'da videodan videoya zıpladığım bir gün, şans...

Sabahları 5'te uyanmak (Kargalara selam olsun)

 Ey uykucu ahali ve çok sevgili kargalar! Toplanın yamacıma, neden sabah 5’te kalkıyorum, nereden çıktı bu iş ve nereden geliyor  bu motivasyon onu anlatmaya başlıyorum.  Birden fazla motivasyon kaynağım var aslına bakarsanız. Yapmak istediklerim, yarım bıraktıklarım, sabahın sessizliği, gün doğumunun güzelliği, kendime zaman yaratma ihtiyacım falan filan diye başlıklarım uzar gider.  Ama yine de hepsi birlikte toplanıp gelse bile beni yataktan çıkarmaya yetmiyordu. Uyanmak için tek bir şartım vardı; “havanın aydınlanması” .  Sabahın karanlığı bana geceleri uyanıp işe gittiğim günleri hatırlattığı için işi bırakmamla birlikte (bilmeyenler için mini bilgi, hostestim) fark etmeden yeni bir alışkanlık geliştirmiş oldum. Hatta bu alışkanlığın kendime koyduğum bir kural olduğunu sonradan fark edecektim; ''  artık hava aydınlanmadan uyanmana gerek yok, artık karanlıkta kalkmak zorunda değilsin,artık gece uykunu bölmek zorunda değilsin... '' Bunu kendime ödül olar...

Osaka'ya Uçtum!

Turna kuşu bilinen en eski origami figürüdür. Aynı zamanda özel bir anlamı vardır. Bin tane turna kuşu yapan kişi bir dilek hakkına sahiptir. Japonlar güzel dilekleri için turna kuşu yapmayı sihirli bulurlar. Nereden mi biliyorum? Üniversite son sınıftayken keşfedip katıldığım bir origami atölyesinden. Bu atölyeden bana kalan turna kuşu figürü hiç unutmadığım, gözüm kapalı yaptığım bir şey oldu benim için. Origami kağıdı bulduğum zamanlarda şanslıydım. Ama çoğunlukla ya renkli bir kağıdı, ya bir gazeteyi, ya da eski bir kağıt parayı origamiye çevirdim. Hiç bir şey yapamadığım zamanlarda elime bir kağıt alıp katlamayı ve onu kuşa çevirmeyi sihirli buluyorum ben de. Turna kuşu sayım bin oldu mu bilmiyorum. Hala bir dilek hakkım oldu mu bilmiyorum. Büyük dileğim için en baştan oturup bin tane kağıt katlamaya başlasam iyi olur. Ama son zamanlarda evrene gönderdiğim mesajların bir şekilde iletildiğinin de farkındayım. Bundan çok önce, daha origami yapmaya bile başlamadan önce kendime -kend...