Ana içeriğe atla

La La Land

Sabahın kör bir saatinde uykumu almış bir şekilde yatağımdan kalktım. Halbuki daha üç saat önce uyumuştum. Saat şu an 06:04. Bunlar hep fazla kahveden...
Pek uyuyacak gibi olmadığıma göre, hazır etraf da sessizken gel blog otur karşıma. Sana bir filmden ve bana bıraktığı kafa karışıklığından bahsedeceğim.
Filmimiz '' La La Land '' yani ''Aşıklar Şehri''.
Emma Stone ve Ryan Gosling'in rol aldığı bir Amerikan müzikal komedi. Filmin başladığı ilk sahne ile bile, birazdan nasıl keyifli bir film izleyeceğini anlıyorsun ve ilk tebessümün henüz ilk dakikalarında iken yüzüne yerleşiveriyor. Keyifli sahnelerinin yanı sıra, keyifli müzikleri ile de güzel bir doyum bırakıyor izleyene. Renk kullanımına ayrıca hayran olduğumu da söylemem gerek. Ve buraya kadar herşey normal. Ben de diğer tüm ''La La Land'' sevenler ile aynı hisleri ve düşünceleri paylaşıyorum. Şimdi bile yine herkesin yaptığı gibi filmin soundtracklerini dinliyorum




Her şey bir yana, filmin bende bıraktığı kafa karışıklığı bir yana. Kahramanlarımız Mia ve Sebastian, hayallerini gerçekleştirmek üzere hayatlarını şekillendiren iki ayrı insan. İkisinin hayatının merkezinde de ayrı hayaller. Bu iki insanın hoş bir tesadüf ile karşılaşması ile tatlı bir aşk hikayesi izlemeye başlıyorum. 

*Şimdi söyleyeceklerim asla spoiler değil. Gönül rahatlığı ile okumaya devam edebilirsiniz.*

Amma ve lakin, her zaman olduğu gibi, filmlerde dahi, ilişkiler için fedakarlık yapmak gerekebiliyor. Bazen ise zorunda kalınıyor.

İşte bu filmde de, fedakarlık yapılması veya yapılmaması gereken bir konu olarak hayaller ele alınıyor.
Son dönemde kendi kendime şunu söyleyip duruyordum; ''Hayallerinden vazgeçmek yerine, insanlardan vazgeç''. Evet, acımasızca. Farkındayım. Peki ya şöyle dersek; ''Hayallerinden vazgeçmeni isteyen insanlardan vazgeç''. Şimdi kulağa daha bir yumuşak geldiyse de, emin ol ikisi de aynı şey. Çünkü iki farklı hayatın birleşmesi söz konusu olduğunda, yeni dengeyi kurabilmek için bir şeyleri yolda bırakmak gerekiyor. Hız kaybetmemek için, ağırlıklardan kurtulmak gerekiyor. Peki ama kimin hayatındaki ağırlıklardan vazgeçilebilir? Hayallerin orta yolu olabilir mi? Derken derken, bu film beni bu düşünce üzerine sahip olduğu kurgu ile daha bir sarstı. Hem bana hak verdi, hem de tam tersinin de mümkün olabileceğini son sahneleriyle gösterdi. Fedakarlık yapılırsa ne olabilir, yapılmazsa ne olabilir diye ayrı ayrı bir çırpıda gösterdi ve beni soru işaretleriyle bıraktı gitti. Yetmedi, bir de bu güzel aşka özendirdi. Eh, iyi mi oldu böyle? Şimdi müziklerinden başka bir de soru işareti bıraktı bana. Birinden vazgeçmek ile hayallerinden vazgeçmek arasında kalmak ne fena şey.






Kaçan uykum geri geldi. 3 saat sonra tekrar uyanmam lazım.

Demem o ki, hala izlemeyenler kesinlikle izlesin, sevilesi! Filmi izleyenler ise, nolur söylesin, kafası karışan bir ben miyim?
Filmi de ayrı tutarak sormak istiyorum, şu hayaller ve insanlar ile ilgili söylediğim şeyde, gerçekten çok mu acımasızım?

Sevgiler,
İlham Kedisi



Yorumlar

  1. Bende katılıyorum ya.İnsanlardan vazgeçmek daha kolay geliyo banada.Çünkü o insan zaten senin kalmanı istese hayallerinden vazgeçirmeye çalışmazdı. 😃

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hayaller, hayatlarımızın ruhları gibi. Çekip çıkarmak, ruhu olmayan bir hayat demek ve yaşatmaya çalışmak ne kadar mümkün düşünün...
      İnsanlar da hayatlarımızdaki oyuncular aslında ve hayat onlarla güzel. Hayallere renk katmayı tercih etseler ne ala. Tek sorun, bu oyuncular onun yerine hayatları, hayalleri ele geçirmeyi pek bir seviyor :) Haksız mıyım?

      Sil
    2. Seni hayallerinle sevecek insan hayatına renk katabilir.Diğerleri tüm renklerini siyah-beyaza çevirirler...Canlılığınızın solmaması dileğiyle 😃

      Sil
    3. O kadar güzel söylediniz ki...
      Neyse ki, o insanın bir yerlerde var olduğuna hala inanıyorum. Renklerimize renk katan insanlarımız bol olsun diyorum ben de öyleyse :) Çok teşekkür ediyorum, güzel yorumunuza!

      Sil
    4. Kucak dolusu sevgi ve kalp dolusu aminnnn diorum 😘

      Sil
  2. 'Hayallerinden vazgeçmeni isteyen insanlardan vazgeç'' cümlesini ben de tuttum. Çünkü hayal, inancın ve ümidin mahsulü. İnsan bunlardan birini bile vazgeçse, herşeyini yitirir.
    Şimdi müziklerinden başka bir de soru işareti bıraktı bana. "Birinden vazgeçmek ile hayallerinden vazgeçmek arasında kalmak ne fena şey" cümlesi paradoks yaratan bir cümle. Bir insan hakikat kimliğini bırakıp, yalana teslim olamaz. Faraza sevdiğinin beyni üzerinden düşünemem, sevdiğinin kalbi üzerinden hissedemem, sevdiğinin davranışlarını aynen taklid edemem. O bir kapak ise, ben de bir tencere olurum. Önce bir tencere yuvarlansın ki kapağını bulsun.
    .....
    Aaaaaah, aaaaaah!... Neydi o güner, nostalji olup siyah beyaz fotoğrafta kaldı. Fotoğraf albümüm bile yoktu. Siyahbeyez fotoğraflarım bayramlık bir lokum kutusunda saklandı.


    YanıtlaSil
  3. Sevgili Arzu...

    Ne yazık ki düşündüklerinde acımasız olan sen değilsin.düşüncelerinde seni acımasızlığa iten insanlar...Oysa fedakarlık hesaplanılası aritmetik bir matematik problemi değildir..Matematiğin bize kattığı kazık problemlerinden fazlası bir şekilde,insanların daha kusursuzsuz problemler üretebilmesi yeteneği ayrıca takdir-e şayandır... O yüzden bu bir tercih değildir,İnsanlar mı ,Hayaller mi ? Bence her ikiside mümkün...Ama illaki bir seçim olmaya zorlanılıyor ise elbette ki Hayallerinden asla vazgeçme...Hayallerimiz değilmidir bizi kendimiz yapan...Hayallerini vazgeçmeni isteyen insanlar ise zaten senden vazgeçmiş insanlardır,dolayısıyla ortada senin vazgeçebileceğin bir karakter de kalmıyor...
    Ruhun ve hislerin o kadar derin ve sevgi dolu ki,muhakkak bir gün hayallerinle beraber yaşatabileceğin insanlar olacaktır yanında temennesiyle müsadenle çayım ve sigarama tekrar dönüyorum ...:)

    Derin sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Adsız,

      Sana tamamiyle katılıyorum. Her ikisini de mümkün kılmak bu kadar zor olmamalı. Zorlaştırmak yerine, kolaylaştırmak ne güzel olur halbuki.
      Bir insanın hayatını kolaylaştırmak ya da onu geç, hayaline kavuşması için bir şeyler yapmak, bunu kolaylaştırmak gibi bir mutluluk sahnesinde başrol oyuncusu olabilmek de mümkün aslında bir insan için. Herkes beceremiyor yine de.
      Ruhum, hislerim; ah hiç sorma. Güzel dileğin için kalpten teşekküler. Ben de tüm kalbimle bunu diliyorum. Nihayetinde her bir hayalden öte olarak, bir ''kişi''nin de hayalini kuruyoruz. O yüzden bu soru var hep.

      Sevgiler..

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Meydan Okuyorum!

Ben geldiiim! Hem de öyle bir geldim ki, ellerim kollarım dolu bir şekilde! Evet, bir sürprizim var. Bu blogda daha önce yapılmamış yepyeni bir şey ile çıkageldim yine. 2017 hayatımda olduğu kadar blogumda da türlü türlü yeniliklere ev sahipliği yapıyor. Hazır lafı gelmişken şimdiye kadar çok sevdim kendisini, umuyorum aramız açılmaz diye de belirtiyor, yeni yılın kulağını ufacık bir çekiyorum. Her neyse, gelelim sürprizime... Hazır mıyız?  Ver trampetlerle gerilim müziğini hızlı hızlı;   ''  tıpıtıpıtıpı tııııııp''... Duyduk duymadık demeyin! Bu bir   CHALLENGE   , bir    SALANJ   bir   MEYDAN OKUMA  yazısıdır! İstenilen  herhangi bir şekilde adlandırmak ve hunharca katılmak serbesttir! Hodri meydan demeden önce konuyla ilgili bahsetmek istediğim şeyler var. Konumuz '' Apartman Sohbetleri ''. Ve konunun da, soruların da sahibi  İlker Gümüşoluk . YouTube'da videodan videoya zıpladığım bir gün, şans...

Sabahları 5'te uyanmak (Kargalara selam olsun)

 Ey uykucu ahali ve çok sevgili kargalar! Toplanın yamacıma, neden sabah 5’te kalkıyorum, nereden çıktı bu iş ve nereden geliyor  bu motivasyon onu anlatmaya başlıyorum.  Birden fazla motivasyon kaynağım var aslına bakarsanız. Yapmak istediklerim, yarım bıraktıklarım, sabahın sessizliği, gün doğumunun güzelliği, kendime zaman yaratma ihtiyacım falan filan diye başlıklarım uzar gider.  Ama yine de hepsi birlikte toplanıp gelse bile beni yataktan çıkarmaya yetmiyordu. Uyanmak için tek bir şartım vardı; “havanın aydınlanması” .  Sabahın karanlığı bana geceleri uyanıp işe gittiğim günleri hatırlattığı için işi bırakmamla birlikte (bilmeyenler için mini bilgi, hostestim) fark etmeden yeni bir alışkanlık geliştirmiş oldum. Hatta bu alışkanlığın kendime koyduğum bir kural olduğunu sonradan fark edecektim; ''  artık hava aydınlanmadan uyanmana gerek yok, artık karanlıkta kalkmak zorunda değilsin,artık gece uykunu bölmek zorunda değilsin... '' Bunu kendime ödül olar...

Osaka'ya Uçtum!

Turna kuşu bilinen en eski origami figürüdür. Aynı zamanda özel bir anlamı vardır. Bin tane turna kuşu yapan kişi bir dilek hakkına sahiptir. Japonlar güzel dilekleri için turna kuşu yapmayı sihirli bulurlar. Nereden mi biliyorum? Üniversite son sınıftayken keşfedip katıldığım bir origami atölyesinden. Bu atölyeden bana kalan turna kuşu figürü hiç unutmadığım, gözüm kapalı yaptığım bir şey oldu benim için. Origami kağıdı bulduğum zamanlarda şanslıydım. Ama çoğunlukla ya renkli bir kağıdı, ya bir gazeteyi, ya da eski bir kağıt parayı origamiye çevirdim. Hiç bir şey yapamadığım zamanlarda elime bir kağıt alıp katlamayı ve onu kuşa çevirmeyi sihirli buluyorum ben de. Turna kuşu sayım bin oldu mu bilmiyorum. Hala bir dilek hakkım oldu mu bilmiyorum. Büyük dileğim için en baştan oturup bin tane kağıt katlamaya başlasam iyi olur. Ama son zamanlarda evrene gönderdiğim mesajların bir şekilde iletildiğinin de farkındayım. Bundan çok önce, daha origami yapmaya bile başlamadan önce kendime -kend...