Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

La La Land

Sabahın kör bir saatinde uykumu almış bir şekilde yatağımdan kalktım. Halbuki daha üç saat önce uyumuştum. Saat şu an 06:04. Bunlar hep fazla kahveden... Pek uyuyacak gibi olmadığıma göre, hazır etraf da sessizken gel blog otur karşıma. Sana bir filmden ve bana bıraktığı kafa karışıklığından bahsedeceğim. Filmimiz ''   L a La Land '' yani '' Aşıklar Şehri ''. Emma Stone ve Ryan Gosling'in rol aldığı bir Amerikan müzikal komedi. Filmin başladığı ilk sahne ile bile, birazdan nasıl keyifli bir film izleyeceğini anlıyorsun ve ilk tebessümün henüz ilk dakikalarında iken yüzüne yerleşiveriyor. Keyifli sahnelerinin yanı sıra, keyifli müzikleri ile de güzel bir doyum bırakıyor izleyene. Renk kullanımına ayrıca hayran olduğumu da söylemem gerek. Ve buraya kadar herşey normal. Ben de diğer tüm ''La La Land'' sevenler ile aynı hisleri ve düşünceleri paylaşıyorum. Şimdi bile yine herkesin yaptığı gibi filmin soundtracklerini dinliyorum ...

Osaka'ya Uçtum!

Turna kuşu bilinen en eski origami figürüdür. Aynı zamanda özel bir anlamı vardır. Bin tane turna kuşu yapan kişi bir dilek hakkına sahiptir. Japonlar güzel dilekleri için turna kuşu yapmayı sihirli bulurlar. Nereden mi biliyorum? Üniversite son sınıftayken keşfedip katıldığım bir origami atölyesinden. Bu atölyeden bana kalan turna kuşu figürü hiç unutmadığım, gözüm kapalı yaptığım bir şey oldu benim için. Origami kağıdı bulduğum zamanlarda şanslıydım. Ama çoğunlukla ya renkli bir kağıdı, ya bir gazeteyi, ya da eski bir kağıt parayı origamiye çevirdim. Hiç bir şey yapamadığım zamanlarda elime bir kağıt alıp katlamayı ve onu kuşa çevirmeyi sihirli buluyorum ben de. Turna kuşu sayım bin oldu mu bilmiyorum. Hala bir dilek hakkım oldu mu bilmiyorum. Büyük dileğim için en baştan oturup bin tane kağıt katlamaya başlasam iyi olur. Ama son zamanlarda evrene gönderdiğim mesajların bir şekilde iletildiğinin de farkındayım. Bundan çok önce, daha origami yapmaya bile başlamadan önce kendime -kend...

Kathmandu'ya Uçtum!

Aralık'ın son günleriydi. Yeni yılın eli kulağındaydı yani. İstanbul'da soğuk rüzgarlar bir o yandan bir bu yandan uğuldar iken, ben valizimi almış tıngır mıngır havalimanının yolunu tutuyordum. Gece saat 12. Hazırlıklarımız tamam. Kathmandu, Nepal'e uçuruyorum sizi. Yaklaşık 6,5 saatlik bir uçuş sonrası saatimi 2 sa 45 dk ileri alarak kendimi Kathmandu'nun karmaşa dolu dünyasına dahil ediyorum. Havalimanında bizi ortaya karışık tütsü, baharat, duman kokuları ve toz, toz ve toz karşılıyor. Bu ağır kokuları ve gözle görülen havadaki tozu aslında bekliyordum. Gitmeden önce okuduğum bloglarda hep bahsi geçmişti ve ''maske kullanımının yararlı olacağı, yerel halkın da zaten maske kullandığı''nı yazıyorlardı. Amma ve lakin ben okuduğum ne varsa unutmuştum ve maske almak yapacağım en son şey dahi olmamıştı. Bir de ne kadar fazla olabilir ki, diye bir cahil fikrine kapılmıştım. Sadece iki gün kaldım bu memlekette ama hala boğazımda tozu dumanı var. Gerçekten...

Ev gibisi

Mis gibi bir kış gecesi, mis gibi! Şu an sıcacık evimde ev yapımı sahlebimi (salep miydi yoksa) yudumlarken bunu söylemesi kolay tabii... Ama daha bir kaç saat önce bu kadar şanslı değildim. Dur, başa alayım. Yorgunluktan öldüğüm günlerden bu gün zaten eve sabah 6'da gelmiştim. Gözlerim yanıyordu uykusuzluktan. Bayılıp uyumuşum. 5 saat uyuduktan sonra yataktan gerçek anlamda sürünerek çıktım. İlk bir kalktım sonra kendimi tekrar attım falan bu böyle biraz sürdü. Yapma Rocky, kalk ayağa dedim kendime ve hızlı bir kahvaltı sonrası o yorgunlukla gittim bir de spor yaptım. Pes, yazarken bile kendimle gurur duydum be! Her neyse... Sanılmasın ki sabah 6'da geldim artık boşum falan. gece 12 de gitmem gereken bir uçuş daha vardı ve ben sürekli kafamda uyku hesapları yapıyordum. Şimdi eve varınca uyusam, sonra geceden sabaha çalışırken zorlanır mıyım? Ay yok, dayanayım bir kaç saat de gitmeden evvel uyurum... Ya uyuyamazsam? Ya uyanamazsam?        Sonuç:  H U N ...