Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yıllık İzin Macerası- Roma ve Floransa

Kasım'ın son haftasında yıllık iznim gelip çattığında uçmak istediğim yer İtalya'ydı! İtalya sevdamı bilenler için hiç şaşırtıcı değildi bu kararım. Hatta daha önce gittiğimi bilenlerin tepkileri sadece ' 'Yine mi? '' oluyordu. Evet yine, yeniden! Hatta o kadar ''yeniden'' ki, İtalya'da daha önce zaten gördüğüm iki yeri görmeye gideceğim sırf. Çünkü ben, seyahat ettiğim yerin ruhunu yaşamayı seven bir gezginim. Haritada '' gittim '' diye gösterebileceğim farklı varış noktaları seçmenin keyfi apayrı olsa da, '' yaşadım '' diye işaretleyebileceğim şehirler biriktirmek benim için daha tatmin edici. O yüzden ruhu olan, hele ki benim için yeri ayrı olan şehirlere iki kere gitmekten çekinmeyeceğim gibi, her fırsatta gitmeyi de dilerim. Roma ve Floransa benim için tam da bu tariflere uyan iki büyülü şehir. Ve gerçekten, hayatımın farklı dönemlerinde bu iki yerde bulunmayı, ruhunu yaşamayı, anılarımı canlandırmayı h...

Apartman Sohbetleri #14 ''Acılı''

Apartman sohbetlerinde laf lafı açadursun, bir durum güncellemesi yapayım.Yeniden İstanbul'dayım. Geldiğimden beri hasta olma ile olmama arasında gidip geliyorum ve şu ana kadar hala sağlıklı sayılabilirim. Gelelim sıradaki sorumuza,  En sevdiğin fiziksel acı nedir? İnsan bir acıyı sever mi demeyin. İyi düşünün vardır sizin de sevdiğiniz, ‘’ya acısa da öldürmüyo bu meret’’ dediğiniz bir fiziksel acı muhakkak vardır. Mesela benim için iki tane olacak. Birincisi, o spor sonrası kas ağrısı diyorum ve hemen arkasından ‘’Üf!!’’ demek istiyorum. Seviyorum ya elimde değil. Hani sanmayın ki sportif bir insanım, spora tutkuluyum da o yüzden seviyorum.  Hiç alakam yok hatta spor yapmayı da hiç sevmiyorum. Benim için oldukça keyifsiz bir aktivite. Ki zaten aksini düşünüyor olsaydım ve sporu hayatıma sağlıklı bir bilinçle adapte edebilmiş olsaydım muhtemelen böylesine kas ağrısı yaşıyor da olmazdım. Belki yaptığım spor işe yarıyor hissi vermesi bunu sevmeme sebep oluyor olab...

Roma'ya Uçtum! *Vlog

Duyduk duymadık demeyin!!! Fragmanın üzerinden bir asır geçmiş gibi olsa da, Roma maceramın filmi için gün bugündür sevgili YouTube ve blog ahalisi! Bir takım teknik aksaklıklar dolayısıyla arayı açmak zorunda kaldığımı söylemem gerek. Önce video silindi, sonra yeniden yaparken çok zaman ve motivasyon kaybettim. Derken amatörlüğü gözüme batıyordu ki ah dedim dur artık. Bu senin ilk videon ve ilklerin günahı olmaz. O yüzden bu güzel Valencia sabahında ilhamımı yakalamışken bırakmadım ve videoyu olduğu haliyle yükleyip paylaştım. Sırada Floransa var ve bu kez videosu şimdiden hazır ve nazır sadece paylaşılmayı bekliyor.  Bir de bol yorum, bol sohbet istiyor videoların altı, işte hepsi bu :) Bir sonraki rotada görüşmek üzere! Sevgiler, İlham Kedisi Müzik: '' Strumbellas- Spirits '' ''

Apartman Sohbetleri #11-12 ''Maço the Cat''

Onbirinci soru sormuş. Karşı cins karşısında en çok utandığın an neydi diye. Hah, ben mi utanacağım? Dişimde maydonoz kalmadıysa hiç de utanamam kimse kusura bakmasın demek istiyorum ve hemen diğer soruya zıplıyorum. En maskulen yanın nedir? En maskulen yanım gerçek bir maço oluşum. Net! Şaşırdınız değil mi? Maçoluğumun kimlere olduğunu söylediğimde ise daha da şaşıracaksın sevgili blog. Küçükken fark edildi mesela bu yanım. Küçücük başımla anneme yan baktığını gördüğüm bi erkeğe ayar olmamla baş gösterdi. ‘ ’Anne sana bakıyo, niye bakıyo’’ diye sinirlenir,  kaşlarımı çatarak adama kitlenirdim. Bir tek bakış daha atmaya cesaret ederse, ki edemez çünkü ayar olmuş halim korkunçtur, fena olabilirdi. Hiç olmadı. Annem de ''saçmalama dön önüne bakma adama'' diye sakinleştirir, ben de ''hayret bişi yaa cık cık cık'' diyerek ilgili kişiye son bir pislik bakış fırlatır dönerdim önüme. Bu maskulenlik günümüze kadar ulaştı. Bana bakan, laf atan falan old...

Apartman Sohbetleri #10 ''Mülakat Sorusu''

Şimdi size bir şey söyleyeceğim ama inanmayacaksınız. Ben yine 20 bin feet’in bilmem kaç feet daha üzerindeyken yazıyorum. Son yazılarım hep böyle ayaklarım yerden kesilmişken yazıldı, ayaklar yere değdiğinde yine ülke dışında bir yerlerde iken paylaşıldı. İnanın kasıtlı yapmıyorum ama sanırım ilhamımı uçaklarda alıyorum. 2 haftadır da uçuş yapmadığım için olacak ki, bloga bir yazı yazmak üzere uğrayamıyorum. Sonra da böyle oluyor işte. İlk uçak yolculuğunda yazı yazarken buluyorum kendimi.   ( D u r u m u   i y i   k u r t a r d ı . ) Yalnız yanlış anlaşılmasın. Görevli olduğum bir uçuş değil bu. Öyle zamanlarda böyle bir lüksün adı bile geçemez zaten. Şu an ben 6 günlüğüne Valencia’ya gidiyorum. Bol bol gezmeli, bol bol fotoğraf çekmeli, video çekmeli yeni bir maceraya doğru uçuyorum yani. Apartman Sohbetleri’ni bitirdiğinizin farkındayım. Ama ben bitti demeden bitmez. Ne de olsa ben evde durmayan ev sahibiyim ve bu meydan okumada hala söyleceklerim, yazacakları...

Apartman Sohbetleri #9 ''Solucan''

Aynı gün içinde ikinci yazı mı o? Dur bakayım... Hakikaten de öyle! Hem havamdayım, hem de bir önceki yazımda da dediğim gibi en küçük anları bile değerlendiriyorum. Şu an Moda'da Page Cafe'de pek sevgili Mutlu Keçi 'yi beklerken bu yazıyı yazıyorum. Bugünün ilk yazısında bahsettiğim normalleşme çabamın bir gerekliliği olarak kendisiyle cuma iş çıkışı buluşması yapacağız. Allahım çok heyecanlıyım! Umarım normal bir insan gibi davranabilirim. Bu kadar gevezelik yeter. Meydan okumanın dokuzuncu sorusu ile istikamet dosdoğru çocukluğumuz! Çocukken en çok korktuğun şey neydi? Şimdi daha önceki '' İngilizcecilik '' yazımdan hatırlayacağınız üzere ben sizin bildiğiniz çocuklardan değildim. Hal böyle olunca ben yine sizin bildiğiniz çocuklar gibi doktordan, iğneden, serumdan falan korkmuyordum. Çünkü benim çocukluğum zaten hastanelerde geçti. Korkmanın aksine bu benim için normal ve hatta keyifli bir durumdu. Hastanelerde de sıkça yattım. Detaylarına girm...

Apartman Sohbetleri #8 '"Bütün Çılgınlar Sever Beni"

Çok ara verdim gibi görünse de bu meydan okumanın bitmesini hiç istemediğimden yazmalara kıyamıyorum desem bana inanır mısınız? İnanmadınız, peki. Çok yoğunum be blog, öyle böyle değil! Ama zaman yaratmak için en küçük anı bile değerlendirmek zorundayım artık. Kendimi buna zorluyorum. O yüzden öğle arasında geçtim bilgisayarın karşısına ve sana yazıyorum. Nasıl yani? Bu kız hostes değil miydi yahu? Öğle arası mı oluyor onlarda da gibi bir kafa karışıklığı yaşar gibi olduysanız eğer, hemen olduğunuz yerde kalın. Çünkü birtakım geçici değişiklikler söz konusu. Açıklayayım. Mart ayı itibariyle bir ay boyunca yerde ve normal mesai düzeninde çalışacağım. Yani adeta normal bir insan olacağım. Damarlarında basınç dolaşan bir insan için, böylesine düzenli bir hayat başlarda zor gibi görünse de şu an halimden fazlasıyla mutluyum. Haftasonları düzenli boş günümün olması, sabahları kalktığım saatin belli olması, eve kaçta geleceğimin belli olması… Yani işin özüne bakarsak, birşeylerin ‘’belli’...