Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Mutlu Yıllar!

Sevgili yeni yıl, Sana bu satırları uçuşum için beklerken yazıyorum. İlk defa yılın son gününü karlarla kaplı bir şehirde geçiriyorum. Egeli biri için bu inanılmaz bir duygu. 2015 son anda bana güzel bir atmosfer yaşattı neyse ki :) Bu yüzden yeni yıla havada girecek olmama üzülmüyorum, içim kıpır kıpır! Sabah normalden 1 saat daha erken kalktım. Bir gün önce postcrossing aracılığıyla tanıştığım Hong Kong'tan bir arkadaşıma en güzel kartlarımdan birini yazdım hazırladım. Perdemi bir açtım ki her yer bembeyaz! Yüzümde daha yastığın izi attım kendimi sokağa ve tuttum PTT yollarını. Evimin sokağını tanıyamadım karlar altında. Ama pek sevdim yeni halini. Kartımı gönderdim, göz göze geldiğim herkese iyi yıllar diledim ve evime döndüm. Hızlı bir kahvaltı, güzel bir makyaj ve tiril tiril üniformam hazır ve ben hazır! Hava muhalefeti yüzünden uçuşlar hep tehirli. Ne yapalım bu güzel beyazlığın çilesi de böyle oluyor işte. Siz geri sayıma başladığınızda ben kaç bin feet üzerinde olurum...

Uganda'ya uçtum!

Her ayın bitimine doğru en sevdiğim tarih, bir sonraki ayın uçuş programının çıktığı tarih. Nerelere gidiyorum, nerede ne kadar kalıyorum bunun heyecanı bir kaç gün iyi geliyor. Bazense bir görüyorum programı maili falan komple kapatıp kaçasım geliyor. Uganda, Entebbe'yi programımda görünce hiç ama hiç sevinmemiştim. Çünkü hemen altında büyük harflerle, kırmızı hem de, kocaman bir uyarı not edilmişti; "Sıtma tehlikesi".  Gitmeden önce çantalar savaşa gidercesine hazırlandı. Sinek kovucu spreyler, koruyucu ilaçlar, kokular, uzun kollu olan her şeyler, konserve yemekler ıvırlar zıvırlar. Neyse ki kalacağımız otelin mazarası ile ilgili çok güzel duyumlar almıştım. Bu en azından bir şeydi. Entebbe'ye vardığımızda sabaha karşı 4 gibi bir saatti. Uçaktan iner inmez açıkta kalan her yerimize spreyleri sıktık. Yanımızdan geçen sineği pişman edicez, o derece. Otelde rezervasyonları yaptırdıktan sonta odalarımıza şu golf arabalarına benzer çok sevimli araçlarla götürdüler bizi....

Hayat Kaçık Bir Uykudur

Çok değil iki gün önce histerikli gibi aynı şarkıları dinleme krizim tutmuştu. Dinlemeyi özlediğim grup ise belliydi, Redd. Tüm albümlerin şarkılarını defalarca başa sardım. Arada bu zamanlarda oluyor bana. Redd mevsimim diye birşey var galiba. Bir de İstanbul'a geldiğimden beri konsere gitme ve avaz avaz şarkı söyleme isteğim. Bu iki isteğim için biraz internette bakındığımda dibimde ve iki gün sonraya Redd konseri olduğunu gördüm. Hissettim mi nedir? Hemen uçamadım havalara çünkü çalışıp çalışmayacağım belli değildi. Gidemem heralde dedim ama içim kaynadı bi kere. Her şey bir gün önce programıma düşecek uçuşa bağlıydı. Tam yolunda gitti herşey ve ben cumartesi sabah mesaimi bitirdim, geceki konser için imkan yaratabilirdim. Arkadaş hatrına çiğ tavuk yiyebilecek bir arkadaşım var,ki kendisi vejeteryan. Kıramadı beni ve sadece tek bir şarkısını bildiği grubun konserine geldi benimle. Ne kadar çok bağırıp, ne kadar çok şarkı söylediğimi görmeliydiniz. Tam bu noktada çiğ tavuk devre...

Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm

Zülfü Livaneli Uzun süredir elimde dolaşatırdığım kitabımı nihayet bitirdim. Tatlı bir arkadaştan hediye gelen Zülfü Livaneli’nin Bir Kedi Bir Adam Bir Ölüm adlı sürükleyici ve çoğu yerde sizi düşünmeye sevk eden bir kitabı. Adından da anlaşılacağı üzerine olaylar bir cinayet planı üzerine kuruluyor. Ancak kitaptaki bir anlatım şekli oldukça farklı. Önce bir yazar tarafından  kahramanımızın romanlaştırılan hayatını okuyarak başlıyoruz. Her bölüm bittiğinde kahramanımız Sami, kalemini alıyor ve yazarın anlattıklarının kendi açısından nasıl geliştiğini bize birinci ağızdan anlatıyor. Bize de okuduklarımızı yeniden düşünme fırsatı veriyor. O yazara kızıp aslında olanları ve hissettiklerini anlatırken, hayatımızı birilerine ne kadar açarsak açalım duygularımızın en güçlü halleriyle sadece bize ait ve bizde kalıyor olduğunu düşünüyorum ben de. Bir uzaklaşıp bir yaklaşıyoruz yaşanan olaylara kitaptaki bu anlatım sayesinde. Ve güçlü bir şekilde işlenen öldürmek mi bağışlamak mı ik...

Yaşam koçum

Pes! Özledim ve yettim gayrı! Yeni hayatıma hala alışamadım be sevgili blog, bir türlü ayak uyduramıyorum. Neye yetişmeye çalışsam bir şey eksik kalıyor. İşte de böyle özel hayatımda da. Ve sen sevgili blog, özel hayatımda eksik bıraktıklarımın başındasın sanırım şu son zamanlarda. Ne yapıcam böyle bilmiyorum. Bir yaşam koçum olsa keşke...Şimdilik sadece komidinimin üzerinde küçük bir koç figürü var o kadar. Bir başlangıç sayabilir miyiz bunu da?  Madem sevgili koç için odaya girmiş ve bir fotoğraf çekmiş bulundum, odamdan bir kaç fotoğraf daha ekleyeyim mi ne dersiniz? Pek çok hobi ve alışkanlıklarımı İstanbul'a gelirken yanımda taşımamış olsam gerek. Çünkü bana ait olan ve keyif almamı sağlayan çoğu şeyi yapamıyorum. İşin kötüsü yerine yenilerini de koymuş değilim. Ama bu her şey için geçerli değil neyse ki... Pek azı benimle ve bunlardam biri kartpostallarım! Buraya taşındığımda ilk kontrol ettiğim ve sevindiğim şey kişisel bir posta kutumun oluşuydu. Her gün mutlaka kont...

Akordiyon ve soğan

Akşam üzeri sarı ışıklı mutfağımdayım. Bahçe kapısı açık. Arada bir kediler geçiyor kapının önünden beni dikizleyerek. Ben de yan yan onlara bakıyorum ama gözlerimin hiç hali yok. Burnumu çeke çeke soğan doğramakla uğraşıyorum çünkü. Müzik açmaya bile fırsat bulamadım eve geldiğimde, aşırı açım. Derhal bir şeyler yapıp yemeliyim. Böyle uğraşır dururken sokaktan kulağıma bir ses çalınıyor. Bir müzik sesi... Akordiyon sesi bu! Çok uzakta ama yine de kesintisiz duyabiliyorum melodiyi. Bir müziğim eksik derken müziğim kendi ayağıyla çıkageldi bu akşam üzeri. Kim bilir kime yapılan bir jest dedim kendi kendime. Bir kutlama veya bir evlenme teklifi geldi nedense ilk aklıma.  Derken yaklaşır oldu ses. Bizim sokaktaydı artık. Yok dedim gezerek teklif edilmez sonuçta bu başka bir şey. Şöyle bir baktım kapıdan elimin soğanıyla. Yanında çocukları ile akordiyon çalan bir baba. Her apartmanın ziline basıp yukarı bakan çocukları. Ve yukarıdan para sallayan bir kaç mahalle sakini. Güzel bir...

Bir Dizi: Fargo

Bu yazıyı yazarken Haziran'ın ne ara geldiğini ve neredeyse bitmek üzere olduğunu hiç fark etmediğimi gördüm.Günlerin sırasını karıştırdığım yetmezmiş gibi bir de başıma aylar çıktı, eyvah eyvah! Hobilerimin üzerine gitme konusunda zamansızlık problemi yaşıyorum işten dolayı. En kısa zamanda yoluna koymam gereken bir sürü hobim var. Kitaplarım, odamda dekorasyon olmayı bekleyen origamilerim, kartpostallarım, yazılacak mektuplarım, filmler ve diziler... Bunların bir çoğu beklemede olsa da film ve dizi izleme konusunun üzerine inatla gitmeye çalışıyorum. Bu arada bu zamana kadar hiç izlediğim dizilerden bahsetmemiştim değil mi? O zaman bir başlangıç yapalım bu konuya da. Son zamanlarda inanılmaz keyif alarak izlediğim bir dizi var, ki kendisi " Fargo ". Dizi 1996 yapımı Coen kardeşlerin filminden (Fargo) esinlenerek çekilmiş. Ki ben hala filmini izlemedim, önceliği diziyi bitirmeye verdim. Konusuna gelince suç, kara mizah türünde olan bu dizi, bu türü sevmeyenlere bile k...

Gökkuşağı ve Venedik

20.06.2015  Ben  ilk defa  gökkuşağını yakından gördüm. Uçağımız henüz Denizli'ye inmişken kokpitten haberi geldi, sağ tarafta mükemmel bir gökkuşağı var diye.Tertemiz bir hava ve gökkuşağı. Kaynak 21.06.2015  Ben İlk Defa , Venedik'teyim. Dün gece yerel saat ile 1'de Venedik' in ışıltısını gökyüzünden seyrederek iniş yaptık. İlk defa gecenin karanlığına, gökyüzündeki kara bulutlara karşın bir şehrin ışıltısını bu kadar uzun soluklu izledim ve hayran kaldım. Ve bu sabah tüm yorgunluğuma rağmen yalnız başıma şehir merkezine indim, sokaklarında gezdim, gondola binmesem de binenleri izledim bir duvarın üstünde oturarak. İlk defa bir şehirde tek başıma turisttim ve bunu çok sevdim. Kaynak

Ben ilk defa...

Nereden başlasam nereden başlasam... Hmm buldum tamam önce bir kısa özet geçeyim sonra yeni bir serinin haberini vereyim size. Roma dönüşü iki günlük tatilim vardı. Uçuşlardan çok yorgun geldiğim her sefer diyorum ki "İki günlük tatilim bi gelsin evden dışarı çıkmıcam!". Sonra o boş günler geliyor ve ben dışarıdan eve girmiyorum. Hele bu son iki günde gerçek manada eve girmedim. İki günde iki farklı arkadaşımda kaldım. İlk gün uçuştan gelir gelmez attım kendimi sokağa Üsküdar'a gittim. Ufak çaplı bir kız gecesi yaptık. Temamız yorgunken ne kadar sohbet edebiliriz idi. Lakin pek uzun sürmedi, kelimeler ağızda hebele hübele edince hepimiz uyku moduna geçtik ve bir gecemiz böylece bitti. Ertesi gün de yine Üsküdar'da bu kez Mutlu Keçi 'de kaldım. Yazılarında bahsettiği şu çatı katı evi bizzat görmek istedim. Çatı katı odalara bayılırım. Mutlu'nun evine ise aşık oldum. Terasta içimiz titreyene kadar inat ettik yıldızlara karşı dertleştik, sohbet ettik. Azıcık de...

Bir Fragman- Roma

İlham kedisi nihayet çocukluğundan beri hayalini kurduğu, nedenini bilmese de hep hayal dünyasında yazdığı hikayelere mekan belirlediği şehre kavuştu! Roma'dayım, a dostlar! Günlerdir oradan oraya savrulurken gökyüzünde çizdiğim çizgilerin rotası iyice birbirine girmişti. Hani bir şekil çıksa o uçağın rotasından, ne çıkardı merak ediyorum. Artık nereye uçtuğumun çok farkında olmadan tek benimsediğim havalimanlarının evim olduğuydu. Havaalanından burnumu çıkardığım tek yer ise İstanbul iken bugün kendimi Roma'nın havasını solurken buldum. Dün gece Roma uçuşum olduğunu ve orada kalacağımı öğrendiğimde ''evet'' dedim ''evet, artık evrenle aramızda çok sağlam bi iletişim var ve tüm mesajlarım doğru iletiliyor''. Hemen akabinde de evde halay havasına girdim çünkü söyledim ya, Roma benim hayal şehrimdi. Bundan üç yıl önce üniversitenin bir projesi ile İtalya'ya gittiğimde Floransa yakınlarındaydım ve Roma'ya gitmek için izin alamamıştım. O ka...

Her dilde "Merhaba"!

Artık bir konuyu açıklığa kavuşturmamızın vakti geldi, sevgili blog! Son aylarda çoğu yazımda "iş"im ile ilgili küçük detaylardan bahsediyorum. Mülakata çağrıldığımdaki heyecanım, kabul mailimi aldığımdaki çılgın sevincim hep buradaydı. Sonra size dedim ki "Artık İzmir maceram bitti, iş sebebiyle İstanbul'a taşınıyorum". Hatta işe başlangıç öncesi iki ay eğitimim var da dedim. Ben bunları anlatır dururken söylemediğim tek şey işin ne olduğu idi. İki ay çok uzun bir süreçti. Eğitim boyunca neler ile karşılaşacağım belli değildi. İşe başladığımda nasıl olacağı ile ilgili de korkularım vardı.Diyeceksiniz ki ,şimdi bunlar yok mu? Evet yine var. Sanki söylersem büyü bozulacaktı ve bir şeyler yolunda gitmeyecekti. O yüzden kendime dedim ki "Her şey ilk güne bağlı. O 'ilk gün' güzel olacak ve ben artık bu heyecanımı da paylaşacağım". İlk gün  1 Haziran'dı... 1 Haziran günü sabah 05:35'te kalktım. Geceden ütülediğim üniformamı giydim. Saçları...

Bir öneri: "Criticker"

Güzel bir pazar öyle değil mi? Bu hafta sonu kahvaltılarından sonra blogla buluşmak çok keyifli oldu benim için. Önümüzdeki hafta sonumun nasıl ve nerede olacağı tamamen sürpriz. Çünkü yarın nihayet iş sözleşmemi imzalıyorum ve yoğun iş temposuna atılıyorum. Bu zamana kadar işimin ne ile ilgili olduğundan hiç bahsetmedim, belki bazılarınız dikkat etmiştir. Son ana kadar garantici biri olduğum için başlamadan söyleyemiyorum ben bu tarz şeyleri. Yazdıklarımdan çok merak eden bir kaç arkadaşım dayanamayıp mesaj atmıştı da onlar öylelikle öğrendi mesela.Ama şunu söyleyeyim ki, şaşırabilirsiniz.Paylaşmak için de sabırsızlanıyorum. Ödünç bilgisayarımla üçüncü günümüz :) Her gece bir film etkinliği başlattık kendisiyle. Film konusuna değinmişken, blogun sağında " Not Defterim " bölümünde filmlere dair listeler oluşturuyordum izledikçe. Hatırlatmakta fayda var. Film önerileri aldığım bir siteden de bahsetmek istiyorum ayrıca. Ne zamandır aklımdaydı. Film izlemeye karar vermek 2 sa...

Evrene mesajımız başarı ile iletildi.

kaynak Böyle huzurlu bir cumartesi sabahı yaşamayalı ne kadar olmuştu? Alarmsız uyanmak (dışarıdaki pata küte inşaat sesleriyle uyanmış olduğumu saymazsak), müzik dinleyerek kahvaltı tabağımı hazırlamış olmak, sonra koltuğa gömülerek kahvaltı ederken en son asırlar önce izlediğim ve hangi sezon hangi bölümde kaldığımı bile hatırlayamadığım "How I Met Your Mother"dan rastgele bir bölüm izlemek  (her ne kadar dışarıdaki pata kütelere kesintisiz matkap sesleri de eklenmiş olsa) mü-kem-mel-di! Bayanlar, baylar, sevgili çocuklar! Tahminleriniz doğru, bir bilgisayarım var artık fiyuuuuu! Çok tatlı bir arkadaşım halime acıdı ve bilgisayarını bana ödünç verdi. Dünden beri evde bir bayram havası, takip edemediğim ne kadar blog varsa okumak mı dersiniz, film önerileri alıp film izlemek mi... En son yazdığım yazıda Mutlu Keçi ve Bahçe Cücesi gel artık gel diye ısrar etmiş ben de çok mutlu olmuştum ısrarlarına. Evren de mesajı almış olacak (ki son zamanlarda çok sık mesajlaşıyor...

Merak etmeyin yasiyorum.

Soyleyin bakalim beni merak ettiniz mi? Eh, ettiyseniz pek mutlu olurum dogrusu. Bir kere ben neden bu kadar uzun sure ara verdim ondan bir bahsedeyim. Ara vermedim, mecbur birakildim. Akilsiz akilli telefonumdan ve bilgisayarsizligimdan bahsetmistim en son yazdigimda ve aslinda ben ortalardan kaybolabilirim haberiniz olsun da demistim. Fakat bu kadar uzun surecegini ben de tahmin etmezdim. Simdi ben size hayatimdaki hangi gelismelerden bahsetsem. nereden baslasam, nasil bitirsem... Oncelikle ise baslamama 1 haftadan az kaldi onu soyleyeyim. Bitmez dedigim iki aylik egitim de bitiyor.  Ve ve ve, artik bir nebze daha Istanbul'a tasinmis ve Istanbullu olmus hissediyorum cunku eve ciktim. Hissedebiliyorum cunku nihayet kendime ait yatagim, dolabim, bi odam var. Nihayet bir adresim var daha ne olsun! Ev bulma, yerlesme surecim cok hizli oldu aslinda. Tum bunlar ben Izmir'den gelirken hayal bile edemedigim seylerdi. Kocaman bir belirsizlikti her sey. Simdi ufak ufak sonuca u...

Sen de iyi ki doğdun!

Bir diyeceğim daha vardı, anlatmazsam olmaz. İstanbul'a gelmeden iki gün önce doğum günümdü.  Hem veda hem doğum günü dedik bir kaç arkadaşla çıktık buluştuk o gün. Yemek yiyeceğimiz yer Alsancak'ta La Puerta diye çok hoş retro havası olan bir mekan. Tarih 3 Nisan. Bu detaylar birazdan anlatacağım hikaye için çok önemli bir belge niteliğinde, o yüzden not düşelim. Arkadaşları beklerken bir ara makyaj tazelemeye tuvalete gittim. Aynanın karşısında iki kızız. Yanımdaki kız biraz sinir biraz şaşkınlık karışımı oflaya puflaya aynada saçını temizliyor. Sözde birbirimize bakmıyoruz ama aynada sürekli göz göze geliyoruz. Bir geliyoruz, iki geliyoruz en sonunda biraz uzun takılı kalıyor gözlerimiz birbirimizde. Aynadan yansıyan gözlerimiz bir anlık sinerji yakalıyor ve kız bombayı patlatıyor; "Kuş sıçtı da kafama!". Bu kez ikimiz de gülme ile karışık hayretlerdeyiz derken ekliyor;     "Bir de bugün doğum günüm!"     "Neee, aaa benim de doğum günüm...

Bir ben var ki

Herkese merhaba! Dur bakiyim en son yazımdan beri kaç gün olmuş yazmayalı? Uf çok olmuş, neyse. İnternetsizim, bilgisayarsızım bir de yetmezmiş gibi zat-ı alileri "akıllı" olan telefonum da aramadan başka bir şey yapamaz oldu ve benim elim kolum işte böyle bağlandı. Sonra ne oldu? Hayatımın en dolu bu döneminde paylaşmak istediğim onlarca şey oldu ama sözcükler parmak uçlarıma kadar bile gelemedi. Taşındım sevgili dostlar, hem de İstanbul'a... Geleli bugün tam bir hafta oluyor. Her şey bir hafta içinde oldu. O kadar çabuktu ki vedalaşamadığım bir çok dostum oldu. İzmir'den ayrıldığım güne ulaşana kadar bu anı sorunsuz yaşayabileceğime inancım hala yoktu. Kapanmayı bekleyen bavullar, ne götürsemler, peki ya taşıyabilir miyimler, ardımda bırakmak istemediklerim- ki bunlar genellikle bavula sığdıramayıp fotoğraflarıyla bana eşlik eden dostlardı, her kapanışta bir sebeple açılan bavula giren kedilerim -bu arkadaşlar da bavula sığmayıp kalbimde bana eşlik edenler ve derk...

Hiç

Carmen Laforet  "Hiç", on sekiz yaşında bir kız olan Andrea'nın üniversite  edebiyat eğitimi için Barselona'ya daha önce samimi bağları olmadığı ve neredeyse hiç tanımadığı akrabalarının yanında yaşaması ile hayatında değişen ve alışılmadık olaylara tanıklık ediyor. Bunalımların, fakirliğin ve yasakların kol gezdiği bir evde kendi özgürlük alanlarını yaratmak için mücadele eden Andrea, bir taraftan da sıradışı akrabalarını günden güne tanıdıkça yaşamının bulunduğu noktaya inanmakta güçlük çekiyor. Arkadaşlığın öneminden, aşka, sırlara, savaşın getirdiği inanılmaz yoksulluk ve sınıflar arası farka ve kadına şiddetin kabul edilemezliğinin nasıl olağanlaştığına kadar bir çok unsuru barındıran bu kitabın bu yıl okuduklarım içinde en akıcı anlatıma ve en etkileyici sona sahip olduğunu düşünüyorum. İnsanı sıkmayan, bir çırpıda okuma ve bitirme isteği uyandıran, zaman zaman şiirsel ve güzel tespitlerin barındığı bir roman. Çocukluğumda tekrar tekrar gördüğüm ...

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok

Erich Maria Remarque "Savaş hepimizi mahvetti. Hakkı var. Bizler gençlik falan değiliz artık. Dünyayı fethetmek istediğimiz de yok. Kaçan kimseleriz. Kendi kendimizden kaçıyoruz. Kendi hayatımızdan kaçıyoruz. On sekiz yaşımızda dünyayı ve hayatı sevmeye başlamıştık. Sonra da aynı şeylere ateş etmek zorunda kaldık." "...Öğleden sonra daha yatıştım. Korkum nedensizdi. Adı aklımı altüst etmiyor artık. Buhran geçiyor. Karşımdaki ölüye, "Arkadaş!" derken kendime daha hakimim şimdi. "Bugün sen, yarın ben. Fakat arkadaşım, eğer buradan kurtulursam, her ikimizin de hayatını parçalayan ne ise.. sözün kısası ikimize de kötülüğü dokunan o şeyle savaşacağım. Sana söz veririm arkadaşım, öyle bir şey bir daha başımıza gelmeyecek."

Bir Mart Yazısı

Her ne kadar Mart ayı bitmeye yaklaştıysa da "Bu Ay" konulu bir yazı yazmadan edemeyeceğim. Her ay "Kitaplıktan Notlar" adı altında bir post yayınlamak hedefimdi ancak şubat ve mart öylesine yoğun geldi ve geçti ki bir tane yazı yazabildiğim şubat ayı için bu kadarını bile şans olarak görüyorum. Blogu takip edenler dikkat etmiştir belki. Ben de utanarak itiraf edeyim hala aynı kitabı okuyorum. Okuyamıyorum da diyebilirim sanırım. İstanbul-İzmir trafiğinde hep çantamda bavulumda taşıdım ve havaalanı beklemeleri dışında okumaya hiç ama hiç fırsat ayıramadım. Bu konuda kendimi suçlu hissediyorum. Umarım nisan yazısında da hala aynı kitaptan bahsediyor olmayacağım. Hatırlamak isteyenler ve merak edenler şuradan okuduğum kitaba ulaşabilir. Etkinlikler açısından çok zayıf geçse de son iki ayım, hayatımdaki gelişmeler epey yoğun. Öyle tahmin ediyorum ki, Nisan yepyeni bir hayat için tekrar beni İstanbul'a çağıracak. O yüzden Mart'ın son günlerini İzmir ile vedala...

Konfetiler

Çok ara verdim çoook! Nasıl alışmışım ben bu blogda yazma işine meğer. Unutup gittiğimden değil ama bilgisayarım bozulduğundan yazamıyorum sevgili dostlar. Günlüğümde takılıyorum bu süreçte de. Ama birazdan vereceğim haberi henüz ona da yazamadım. En son yazımda Adapazarı'ndaydım ve hayatımın değişmesine yakınlaştığına dair bazı durumlardan bahsetmiştim. Motivasyonumun inişli çıkışlı günlerinden bir gündü hatırlarsanız. Dönüşümün konfetilerle olması dileğimi hatırlayanınız var mı peki? Gün bu gündür! Tebrikleri alabilirim çünküüü mülakatları geçtim ve eğitime davet edildim. Kuşadası'na taşınmayı beklerken hiç hesapta olmayan bir şehre. İstanbul'a taşınmak gündemime hop diye oturuverdi böylelikle. Kendimi mükemmel hissettiğim günlerdeyim. Bir zaferi kutlamayalı epey olmuştu sanırım. O yüzden bu postun altında kadehler tokuşturabilir, göklere balonlar bırakabilir ve konfetiler ile ortalığı dağıtabilirsiniz! Nereden devam etsem hiç bilemiyorum bu yazıya. Bir günlüğüme göz a...

Karasu ve Poyrazlar Keşfi

Son keşifler bunlar! Artık Adapazarı maceram sona erdi. On günü dolu dolu ve bir o kadar da keyifli, huzurlu geçirdim. Bana pek iyi geldi, umarım ben de birilerine iyi gelebilmişimdir :) Perşembe gününü Karadeniz ile tanışmaya ayırdık ve düştük yollara. İlk durağımız Karasu! Dev dalgalarını etkileyici bulmam bir yana, epey korktum aslında. Kıştan ve müthiş rüzgarlı bu günden kaynaklanıyor sanmıştım dalgaların heybeti. Öyle değilmiş işte yazın da böyle olabiliyormuş. Tül gibi Ege'de yüzen, bunu bile zor zahmet öğrenen ben kendimi bu dalgalar ile yüzerken hayal edemedim. Bir fotoğraf çekilelim diye yaklaştık ama göreceğiniz üzere gönül rahatlığı ile poz veremedik bile. Ayaklarımızı yakalamaya çalışan dalgaları kontrol etmekten pes edip ancak bu fotoğrafı çekilebildik. Diyeceğim o ki, hey gidi Karadeniz heey! Sanki dalgaların heybetine inat Karasu plajının kum taneleri incecik, ipek gibi. Dalgalar ile boğuştuktan sonra, hiç şüphesiz, başka hiç bir yerde bulamayacağınız huzuru bu...