Ana içeriğe atla

(6) Bir kedi insanı kolay yetişmiyor

Ne kadar çılgın bir kedisever olduğumu bilmeyen yoktur çevremde. Sonuçta başka nasıl İlham Kedisi olabilirdim. değil mi ama? Bu günlere de kolay gelmedim ama bilmeni isterim.
Epey başa almak istiyorum bu yazıda. Zira ilginç hikayeler barındırıyor.
Ben doğduğum zaman bizimkiler henüz ev sahibi değilmiş. Babaannemlerin evinde doğmuşum ben de. Biz oraya hep ''Bahçe'' derdik. Çünkü çooook büyük bir bahçeydi. İki katlı, teraslı, kendi halinde bir evleri vardı bu bahçede. Bahçenin sonunu o küçük boyumla hiç bulamamıştım ben. İçinde zeytinlikler, mandalina ağaçları, portakallar, incirler ve daha hatırlayamadığım niceleri vardı. Sadece ağaçlar mı? Kocaman çoban köpekleri, inekler, kuzular, tavuk ve horozlor da cabası. Yok yoktu o bahçede.  Bu kadar hayvanın içinde ilk kader ortaklığını bir inekle yapmışım ben. İneğimizin adı (sıkı durun) Arzu-2. Yani benim ikinci versiyonum. Vallahi yalan değil. Annem koymuş ineğin adını da. Ama bi sor neden öyle koymuş...
Ben Bahçe'de doğduktan bir kaç gün sonra ineklerden biri doğum yapmış. Annem de tesadüfen bu olaya şahitlik etmiş. Öyle etkilenmiş ki yıllarca anlattı, hala da anlatır. Bu hayvan doğum yaparken öyle bir duruşa sahipmiş ki, kaskatı duruşundan hiç acı çekmiyor sanarmışsın. Ama gözlerinden damlayan yaşları bir tek annem görmüş. Düşen her damla toprakta tap diye bir ses ve sonra da iz bırakmış. Böyle kim bilir kaç damla yaş akmış hep gözlerinden. Annem bırakamamış tabi onu öyle. Doğum bitene kadar yanı başında durmuş. O ağladıkça annem de ağlamış. E sonra ne olmuş. Doğan buzağı kardeşin adı Arzu-2 olmuş. Kendisi benden hızlı büyüdüğü için tanışamadık tabii ama hikayesi hep kaldı aklımda.
Sonra ben büyüdükçe Bahçe'yle ilgili anılarım da şekillenmeye başladı. Bahçenin her yeri farklı bir keşifti benim için ama kaybolmaktan korktuğum için hiç yalnız keşfe çıkmazdım. Bir de köpekler vardı korktuğum. O dev köpekler. Hep havlayarak üstüne koşarlardı insanların. Bahçeye yabancı girmesin diye yaparlardı bunu ama benim aklım giderdi bana da koşacaklar diye. O yüzden yıllarca köpeklerden çekindim mesela ben. Ama sonra geçti.
Anaokula gittiğim yaşlarda babamın bir motosikleti vardı. Beni arkasına alırdı, giderdik bahçeye hafta sonları. Uzun patikadan aşağı biz motosikletle bahçeye doğru inerken sağlı sollu etrafımızı sararlardı hav hav diye. Sırf bana uyuzluğuna yapıyorlardı bence ama neyse.
Ben öyle ilkokul dönemim boyuncu büyük hayvanlara hiç sokulamadım. Kuşum vardı ama, Maviş'im. Bir dönem tuhaf hareketlere girişince aile heyeti ona bir eş almanın uygun olacağını düşündü. Siz düşünün neler yapmış olabileceğini. Böylece Yeşim girdi hayatımıza. Ama çok yaşamadı. O öldükten sonra da Maviş'in huyu çok değişti. Küstü, yemek yemedi, uçmamaya başladı yani büyük bir bunalıma girdi. Sonra o da öldü. İki kuşum daha oldu hayatımda, yeni Mavişlerim. En sonuncusu öldüğünde ben lisedeydim artık. Onlarla büyüdüm.
Sonra bir gün ben lisede yatılı okurken annem eve bir kedi aldıklarını söyledi. Kedi! Hiç hayal edemediğim bir şeydi. Hele ki bizim evde bir kedi. Duyar duymaz meraktan eve gittiğimi hatırlıyorum. O kediyi görmeye. Hayalet gibi bir şeydi doğrusu. Bembeyaz cılız bir Ankara kedisi. Ne yese gaz çıkarıyordu bi de hiç unutmuyorum. Şimdilerin prensesi o zamanlar pisliğin tekiydi. Ben eve geldiğimde beni tanımak için her yerimi bi güzel koklayıp sonra yalama operasyonuna başlamıştı. Yüzüme kadar her yerimi minik diliyle yalamıştı. Ertesi sabah uyandığımda aynada yüzüme bakınca bir terslik var diye düşündüm. Yüzüm, göz kapaklarım fazla şişti sanki. Hakikaten o göz kapaklarının hali neydi? Kedidir kedi, vallahi o kedi dilindendi. Doktor demişti, bugüne kadar hiç kediyle aynı ortamda bulunmamışsın ve vücudun tepki göstermiş ama korkma alerji değilsin. Geçici bir şey diye.
O günden sonra ben bir kedi insanı olmuştum işte! O dilini ısırdığımın Luna'sı sayesinde artık nerde kedi görsem sırnaşıyorum. Dayanamıyorum asla! Şimdiki evimde bir kedim yok ne yazık ki. Çünkü yalnız yaşamıyorum. Ama bir gün kedili günler geri gelecek. Evet, 6. gün sorusuna haykırarak cevap vermek istiyorum ve diyorum ki 'Kediyle yaşamak istiyorum beeeen!'
Buradan Luna ve Fındık kedilerime de selam yollamak istiyorum. Çok özledim sizi haytalar!
Soldan sırasıyla: Luna, İlham Kedisi, Fındık
Bu fotoğraf da kedilerimle en sevdiğim hatıra fotoğrafım :)

Sevgiler,
İlham Kedisi

Yorumlar

  1. bildiğin eski tarz aile fotoğrafı ayol! :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoplayıp zıplama peşinde olmasalardı ve kucağımda dursalardı tam olarak öyle olabilirdi ama haylazlık kedide durduğu gibi durmuyor işte 😁 :)

      Sil
  2. Bahçe'de mi doğdun?! Bu başlıbaşına bir yazı konusu, lütfen anlat!
    Bu arada ben köpekçiyim ama kedilerim de oldu, bir gıdım daha az olsa da onları da çok severim tabii, ama kedi acaip bişey, ona sahip olamıyorsun, o isterse sana sahip oluyor ama sende takıntı oluyor, 1 kedi al sonra kedisiz yaşayama! :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Meydan Okuyorum!

Ben geldiiim! Hem de öyle bir geldim ki, ellerim kollarım dolu bir şekilde! Evet, bir sürprizim var. Bu blogda daha önce yapılmamış yepyeni bir şey ile çıkageldim yine. 2017 hayatımda olduğu kadar blogumda da türlü türlü yeniliklere ev sahipliği yapıyor. Hazır lafı gelmişken şimdiye kadar çok sevdim kendisini, umuyorum aramız açılmaz diye de belirtiyor, yeni yılın kulağını ufacık bir çekiyorum. Her neyse, gelelim sürprizime... Hazır mıyız?  Ver trampetlerle gerilim müziğini hızlı hızlı;   ''  tıpıtıpıtıpı tııııııp''... Duyduk duymadık demeyin! Bu bir   CHALLENGE   , bir    SALANJ   bir   MEYDAN OKUMA  yazısıdır! İstenilen  herhangi bir şekilde adlandırmak ve hunharca katılmak serbesttir! Hodri meydan demeden önce konuyla ilgili bahsetmek istediğim şeyler var. Konumuz '' Apartman Sohbetleri ''. Ve konunun da, soruların da sahibi  İlker Gümüşoluk . YouTube'da videodan videoya zıpladığım bir gün, şans...

Sabahları 5'te uyanmak (Kargalara selam olsun)

 Ey uykucu ahali ve çok sevgili kargalar! Toplanın yamacıma, neden sabah 5’te kalkıyorum, nereden çıktı bu iş ve nereden geliyor  bu motivasyon onu anlatmaya başlıyorum.  Birden fazla motivasyon kaynağım var aslına bakarsanız. Yapmak istediklerim, yarım bıraktıklarım, sabahın sessizliği, gün doğumunun güzelliği, kendime zaman yaratma ihtiyacım falan filan diye başlıklarım uzar gider.  Ama yine de hepsi birlikte toplanıp gelse bile beni yataktan çıkarmaya yetmiyordu. Uyanmak için tek bir şartım vardı; “havanın aydınlanması” .  Sabahın karanlığı bana geceleri uyanıp işe gittiğim günleri hatırlattığı için işi bırakmamla birlikte (bilmeyenler için mini bilgi, hostestim) fark etmeden yeni bir alışkanlık geliştirmiş oldum. Hatta bu alışkanlığın kendime koyduğum bir kural olduğunu sonradan fark edecektim; ''  artık hava aydınlanmadan uyanmana gerek yok, artık karanlıkta kalkmak zorunda değilsin,artık gece uykunu bölmek zorunda değilsin... '' Bunu kendime ödül olar...

Osaka'ya Uçtum!

Turna kuşu bilinen en eski origami figürüdür. Aynı zamanda özel bir anlamı vardır. Bin tane turna kuşu yapan kişi bir dilek hakkına sahiptir. Japonlar güzel dilekleri için turna kuşu yapmayı sihirli bulurlar. Nereden mi biliyorum? Üniversite son sınıftayken keşfedip katıldığım bir origami atölyesinden. Bu atölyeden bana kalan turna kuşu figürü hiç unutmadığım, gözüm kapalı yaptığım bir şey oldu benim için. Origami kağıdı bulduğum zamanlarda şanslıydım. Ama çoğunlukla ya renkli bir kağıdı, ya bir gazeteyi, ya da eski bir kağıt parayı origamiye çevirdim. Hiç bir şey yapamadığım zamanlarda elime bir kağıt alıp katlamayı ve onu kuşa çevirmeyi sihirli buluyorum ben de. Turna kuşu sayım bin oldu mu bilmiyorum. Hala bir dilek hakkım oldu mu bilmiyorum. Büyük dileğim için en baştan oturup bin tane kağıt katlamaya başlasam iyi olur. Ama son zamanlarda evrene gönderdiğim mesajların bir şekilde iletildiğinin de farkındayım. Bundan çok önce, daha origami yapmaya bile başlamadan önce kendime -kend...