Ana içeriğe atla

Batum Botanik Bahçesi ve İki Ahbap

Söz verdiğim gibi ilk gün yazısını ilk gün daha bitmemişken yazmaya geldim sevgili blog. Öyle bir şey işte söz vermek, gördünüz. Tamam tamam şımarmadan başlıyorum size günümü anlatmaya, oturun bakalım.
Kaldığım otel Piazza meydanının tam göbeğinde. Hatta o kadar göbeğinde ki bazı odaların penceresi meydana açılıyor. Benimki arkada kalan bir oda fakat yine de sabah kalkar kalkmaz gördüğüm manzara içimi hoş etmedi değil. Bu arada lafı geçmişken belirteyim kaldığım otelin adı, Hotel Piazza Four Colours. Küçük ama temiz ve güvenli. Ve dediğim gibi konum olarak mükemmel bir yerde. Bu sebeple yolunuz buralara düşerse gönül rahatlığı ile tavsiye edebilirim burayı. Fiyat konusuna da not düşelim; 3 gece kahvaltı dahil 225 Lari. Çok daha uygununu bulabilirsiniz elbette. Ama ben yalnız seyahat ettiğim için güvenebileceğim bir yerde kalmayı tercih ederek fiyat konusu esnetmek istedim.
Her neyse,  sözde kahvaltı 11'e kadar devam edeceği için erken kalkma niyetinde değildim. Bugünlük planım da erken kalkmayı gerektirmiyordu sonuçta. Velhasıl kelam sabah saatin 8'inde benim gözler açılmıştı bile. Heyecandan olsa gerek dedim ve kalktım kahvaltıya gittim. Kahvaltı otele bağlı olan şık bir kafede veriliyordu. Seçtiğim masanın manzarası kiliseye bakıyordu ve kilisenin bugün hatırı sayılır bir ziyaretçi kitlesi vardı.
Daha fazla oyalanamadım, hazırlanıp düştüm yollara. Tabii önce resepsiyondan  toplu taşıtlar hakkında kısa bir bilgi de aldım. Her ne kadar ucuz da olsa taksi kullanmak istemiyorum. Çünkü havalimanından otele giderken kullandım ve gördüm ki yalnız seyahat eden bir bayan fazlaca merak ediliyor ve çok soru soruluyor. Sevmedim ve biraz tedirgin oldum açıkçası. Bir de çok fazla pazarlık edilmeden gideceğiniz yere normal fiyatlarda gidemiyorsunuz. Ben bu konuyu epey araştırarak geldiğim için bir kere bindiğim taksiden de fazla para ödemeden indim neyse ki.
Gelelim bugünkü rotamıza. Botanik bahçesine gidiyoruz. Botanical Garden dediğinizde öylece bakıp anlamaya çalışıyorlar, o yüzden Botanica deyin. Çok mu fark var, var demek ki. Buraya gitmek için siz de toplu taşıt kullanmak isterseniz meydandan yaklaşık 5 dakikalık bir yürüme mesafesi ile ulaşacağınız otobüs duraklarından 31 numaralı minibüslere binmek en mantıklısı. Yol 10 dakika sürüyor ve ücret 1 Lari.
Buradaki Botanik Bahçesi'nin dünyanın en büyük ikinci bahçesi olduğu söyleniyor. 10hektarlık bir alana kurulu olan bu yer gerçekten görülmeye değer onu baştan belirtmeliyim. İki girişi var. Minibüslerin bıraktığı yer alt girişi. Gelmeden önce okuduğum bloglarda üst girişin daha iyi olabileceği, böylece çok   yürümemiş olunacağı ile ilgili yazılmıştı. Ama benim o girişi bulmam imkansızdı. Sonradan tahmin ettiğim üzere oraya sadece tur araçları çıkıyor veya taksiler. Bu arada giriş ücreti 8 Lari. 
Bilet satış noktasında bugünümü baştan aşağı değiştiren mükemmel iki beyefendi ile tanıştım. Yaşar ve Fikret bey. 30 yıllık ahbaplar ve İzmirliler. Bir gün boyunca da bana ahbaplık ettiler. Onlarla botanik  bahçesini boydan boya durmadan dinlenmeden yürüdük. Öyle güzel sohbetler ettik ki. Bu iki insan bana öylesine güzel hayat hikayeleri anlattı ve öyle güzel şeyler paylaştık ki. Yanımda onlardan daha iyi iki yol arkadaşı hayal edemedim ben bugün. İçimden de hep düşündüm ve dedim ki "Ben ne kadar şanslıymışım ki böyle güzel iki insanla karşılaştım". Geçirdiğimiz zaman bir kaç saati devirmeden ne işimi sordular ne de özel herhangi bir şey. En sonunda ben pes ettim de ben sordum hatta. Hayatlarımızla ilgili temel şeyleri de az çok öğrendikten sonra daha bir güzelleşti sohbetimiz. Hani anlat deseniz anlatacak öyle çok şeyden konuştuk ki nereden başlanır nasıl bitirilir bilemem. İlişkilerden, değerlerden, umduklarımızdan, bulduklarımızdan tutun da yaşadığımız gülünç anılara kadar. Bu gezinin kendime doğum günü hediyem olduğunu söyledim onlara da. Bilmiyorum bugün kaç saat geçirdik birlikte, hiç saate bakmadım. Zaten onlarla da zamanın kime göre ve nasıl hızlı/yavaş geçtiğini tartışmıştık. Şimdi fark ediyorum ki, bugün benim zamanım ne hızlı ne de yavaş geçti. Hatta geçip gitmedi bile çünkü avuçlarımdan kayarmış gibi bir hisse kapılmadım hiç. Öylesine dolu bir hatıra bıraktı ki bana bugünün zamanı, ben hiç saate bakmadım.
Botanik bahçeden çıktığımız nokta başta benim bulmak istediğim üst girişti. Gel gelelim burada da minibüs yoktu. Zaten bahçe içinde 7 km yürümüş olduğumuzu düşününce aşağı inen yolu yürümeyi göze alamadık. Tur arabalarından birine yanaştık ki kafilenin tamamı Türk'tü. Rica ettik, saniyesinde kabul ettiler bizi de merkeze bırakmayı.
Tekrar merkeze gelince artık aklımızdaki yegane şey yemek yemekti. Merak ettiğim Khacapuri (Haçapuri)'yi yemenin şimdi tam vaktiydi. Onlara da anlattım daha önce yememişler. Hemen güzel bir restoran bulup akşam serinliğinin tadını çıkardık. Yarın öğlen döneceklermiş. Normalde benim planım bugünlük bu kadardı. Şehir merkezi keşfini yarına bırakmak istiyordum çünkü zaten her yer o kadar yakındı ki birbirine ister istemez bir çırpıda bitiyordu şehir. Ama Ali ve Nino'nun heykelini görmediklerini öğrenince dayanamadım ve beraber keşfe çıktık. Ali ve Nino heykelleri çarklar üzerine kurulmuş ve yavaş yavaş kendi etraflarında dönerek iç içe geçen kadın ve erkek bedenlerinden yapılmış. Oturduk bir banka ve yaklaşmalarını izledik. Bir taraftan da aslında ne kadar basit bir sistemin aşka bağlanarak ne kadar anlamlı bir hale geldiğini düşündük. Hatta Fikret bey dedi ki; "Oturup bir dizideki iki aşığın kavuşmasını izleyeceğime burada saatlerce birbirine kavuşan bu iki heykeli izleyebilirim." Kesinlikle katılıyorum. 
Gün boyu bahardan kalma olan hava akşam olunca denizden soğuk rüzgarlar estirmeye başladı. Üşümeye başlayınca veda ettik birbirimize. Sarılıp ayrıldık. Arkalarından bir kere daha baktım uzaklaşınca. Umarım tekrar karşılaşırız diyerek içimden. Ufak bir market alışverişinden sonra ben de otelin yolunu tuttum. Güzelce dinlendim ve işte.. Yağan yağmurun sesiyle de daha gün bitmeden yazımı yazdım. Şimdi baktım da bugün toplam 15 km yol yürümüşüm. Yorgunluk derseniz, eseri yok.
Bakalım, yarın benden habersiz ben de yarından. İyi ki uzaklaşmışım. İyi ki gelmişim. İyi ki kendimleyim. Mmm şey, bu arada iyi ki doğmuşum be :) 

Sevgiler,
İlham Kedisi 




















Ertelemekten vazgeçip bulduğum Ali ve Nino

Yorumlar

  1. Arzucum çok hoşsun iyi ki doğdun o zaman 😘

    YanıtlaSil
  2. çok güzel bir gün olmuş bayıldım yazına ve fotoğraflara. ayrıca yeni dostlarını ben de tanımak isterdim. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İmkansız değil! Beraber İzmir'e gidersek ziyaret edebiliriz onları 😍 Sağol kuzucum ikinci gün de yaşanmayı ve yazılmayı bekliyor🎈✨

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Meydan Okuyorum!

Ben geldiiim! Hem de öyle bir geldim ki, ellerim kollarım dolu bir şekilde! Evet, bir sürprizim var. Bu blogda daha önce yapılmamış yepyeni bir şey ile çıkageldim yine. 2017 hayatımda olduğu kadar blogumda da türlü türlü yeniliklere ev sahipliği yapıyor. Hazır lafı gelmişken şimdiye kadar çok sevdim kendisini, umuyorum aramız açılmaz diye de belirtiyor, yeni yılın kulağını ufacık bir çekiyorum. Her neyse, gelelim sürprizime... Hazır mıyız?  Ver trampetlerle gerilim müziğini hızlı hızlı;   ''  tıpıtıpıtıpı tııııııp''... Duyduk duymadık demeyin! Bu bir   CHALLENGE   , bir    SALANJ   bir   MEYDAN OKUMA  yazısıdır! İstenilen  herhangi bir şekilde adlandırmak ve hunharca katılmak serbesttir! Hodri meydan demeden önce konuyla ilgili bahsetmek istediğim şeyler var. Konumuz '' Apartman Sohbetleri ''. Ve konunun da, soruların da sahibi  İlker Gümüşoluk . YouTube'da videodan videoya zıpladığım bir gün, şans...

Sabahları 5'te uyanmak (Kargalara selam olsun)

 Ey uykucu ahali ve çok sevgili kargalar! Toplanın yamacıma, neden sabah 5’te kalkıyorum, nereden çıktı bu iş ve nereden geliyor  bu motivasyon onu anlatmaya başlıyorum.  Birden fazla motivasyon kaynağım var aslına bakarsanız. Yapmak istediklerim, yarım bıraktıklarım, sabahın sessizliği, gün doğumunun güzelliği, kendime zaman yaratma ihtiyacım falan filan diye başlıklarım uzar gider.  Ama yine de hepsi birlikte toplanıp gelse bile beni yataktan çıkarmaya yetmiyordu. Uyanmak için tek bir şartım vardı; “havanın aydınlanması” .  Sabahın karanlığı bana geceleri uyanıp işe gittiğim günleri hatırlattığı için işi bırakmamla birlikte (bilmeyenler için mini bilgi, hostestim) fark etmeden yeni bir alışkanlık geliştirmiş oldum. Hatta bu alışkanlığın kendime koyduğum bir kural olduğunu sonradan fark edecektim; ''  artık hava aydınlanmadan uyanmana gerek yok, artık karanlıkta kalkmak zorunda değilsin,artık gece uykunu bölmek zorunda değilsin... '' Bunu kendime ödül olar...

Osaka'ya Uçtum!

Turna kuşu bilinen en eski origami figürüdür. Aynı zamanda özel bir anlamı vardır. Bin tane turna kuşu yapan kişi bir dilek hakkına sahiptir. Japonlar güzel dilekleri için turna kuşu yapmayı sihirli bulurlar. Nereden mi biliyorum? Üniversite son sınıftayken keşfedip katıldığım bir origami atölyesinden. Bu atölyeden bana kalan turna kuşu figürü hiç unutmadığım, gözüm kapalı yaptığım bir şey oldu benim için. Origami kağıdı bulduğum zamanlarda şanslıydım. Ama çoğunlukla ya renkli bir kağıdı, ya bir gazeteyi, ya da eski bir kağıt parayı origamiye çevirdim. Hiç bir şey yapamadığım zamanlarda elime bir kağıt alıp katlamayı ve onu kuşa çevirmeyi sihirli buluyorum ben de. Turna kuşu sayım bin oldu mu bilmiyorum. Hala bir dilek hakkım oldu mu bilmiyorum. Büyük dileğim için en baştan oturup bin tane kağıt katlamaya başlasam iyi olur. Ama son zamanlarda evrene gönderdiğim mesajların bir şekilde iletildiğinin de farkındayım. Bundan çok önce, daha origami yapmaya bile başlamadan önce kendime -kend...